• Aoi Bungaku - 3





    No Longer Human

    Chapter 3: Society

    İntihardan 4 sene sonrasına ışınlandığımız bölümde Yozo'nun aile kurduğunu görüyoruz. Shizuko isimli muhabirle birlikte yaşamaya başlayan Yozo'ya Shizuko'nun kızı da "Baba" demektedir. Yozo kendi geçimini kazanmak için manga çizmeye başlamıştır ve ufak da olsa eline para geçmektedir. Yozo kendini iyiden iyiye bir insan gibi hissetmektedir. Fakat "toplum" onu kabullenmemekte ve hâlâ bir kadını öldüren adam olarak hatırlamaktadır. "Toplum" olgusu Yozo için yabancı bir kavramdır.

    İnsanlaşma adımları atan Yozo'yu sudan çıkmış bir balığa benzetebiliriz. Hayat onun için nefes almayı bilmediği bir ortam ve o ancak kendini bir akvaryuma hapsederek yaşamını devam ettirebiliyor. Bu hikâyenin her alanında Albert Camus'nün ölümsüz romanı "L'étranger/Yabancı"
    aklıma geliyor. Aradaki farklılıklar belirgin olsa da ve "No Longer Human" hiçbir zaman bir "L'étranger" olmasa da Yozo'nun hayata karşı hissettiği yabancılık, sürekli yaşadığı çelişkiler bu düşüncemi kuvvetlendiriyor. Kendini toplum içinde bir yere konumlandıramayan ve öncelikle babasının, sonrasındaysa başkalarının koyduğu yerden gören Yozo her nefesinde, her düşüncesinde kendini garipsemekten alıkoyamıyor.

    Geriye kalan bölümde aydınlanmasını beklediğim tüm detaylar muhtemelen netliğe kavuşmayacak. Keşke sırf bu hikâyeden ayrı bir seri daha çıksaymış. Neyse, bu da benim içimde ukte olarak kalsın. İlk fırsatımda gidip kitabı okuyacağım. O zamana kadar "No Longer Human'ın" bana verdikleri, ağır mı ağır temposu, minimalist anlatımı ve varoluşçu yaklaşımı aklımda kalacak. Bir de arada bir ve aleladeymiş gibi sarf edilen harika diyalogları. Kadınları bir türlü anlayamayan Yozo'nun kendi kendine sorduğu "Kadınlar bana karşı neden hep nazikler?" sorusuna barmaid'in cevabı gibi: "Çünkü dünya kadınlara karşı nazik değil."

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi