• Cencoroll




    Anime Innovation Tokyo'nun ilk projesi olan Cencoroll tek bir kişi tarafından ekranlarımıza gelen 25 dakikalık bir film. 25 dakika gibi kısa bir süre onun yapısını "kısa film" olarak algılamamıza sebebiyet verse de Cencoroll ayaklarını yere sağlam basmış, anlatacak bir hikâyesi olan, basbayağı bir "film".

    Uki Atsuya'nın senaryosunu yazıp animasyonu kendi çizdiği, üstüne yetmezmiş gibi yönetmenliğini de yaptığı Cencoroll en basit tanımla "indie" tarzına uyuyor: Az bütçeyle çekilmiş bağımsız filmler tarzına yani. 25 dakikalık süresi kendini tarif etmek için azmış gibi görünse de bu dezavantajı yapıcı teknikler ve efektif süre kullanımıyla kendi lehine çevirmeyi başarıyor. Cenco adındaki ne olduğunu tam bilemediğimiz yaşam formu, sahibi Tetsu isimli çocukla telepati aracılığıyla iletişim kuruyor ve Tetsu'nun istediği şekilleri alabiliyor. Kimi zaman bisiklet, kimi zaman araba, kimi zaman bir savaş uçağı, kimi zaman da sevimli bir pandaya dönüşen Cenco gibi yaratıklardan şehirde başkaları da bulunmakta. Onlardan birinin sahibi olan Shuu'nun Cenco'yu fark etmesi ve ona sahip olmak istemesiyle de filmimiz rotasını buluyor ve iki çocuk arasındaki iktidar savaşı sırasında şehir yerle bir oluyor. Bu sırada şans eseri Cenco'yla tanışan Yuki de kendini olayların ortasında buluyor.



    "İki çocuğun kendi yaratıklarını kapıştırmaları" gibi güdük zekâların özetleyebileceği Cencoroll ilk bakışta basit bir Pokemon türevi gibi göze çarpıyor. Ama tek bakışın bu olması şart değil. Filmin kısa süresini "hiçbir şey anlatmıyor yea!" diye sümkürerek eleştiren kolaycıların aksine Cencoroll benim için 25 dakikayı mükemmel kullanan bir yapım olmuş. Tetsu ve Shuu'nun -hatta Yuki'nin- telepati anında saçlarından bir tutamın havaya kalkışını bir düşünce balonuna benzetmek filmin izahatına uzanan ilk ipucu olabilir. Sonuçta izlediklerimiz hareketli karikatürler. Elbette film izlerken düşünce balonları okumaya vaktimiz yok ama düşünce balonları "izlemeye" neden vaktimiz olmasın? Cenco ve diğer yaşam formları, sahiplerinin zihinlerindeki düşüncelerin birer tezahürleri. İstendiğinde arabaya dönüşüp "oynanabiliyor", istendiğinde de bir uçağa, pudinge vs. Karakterlerin en azından görünüşlerinden ergenlik başı yaşlarda oldukları varsayımından hareketle Cencoroll bize gençlerin hayal güçlerini yansıtmaya gayret ediyor. Film boyunca hiçbir yetişkin ekrana vurmuyor (belli belirsiz askerleri saymazsak) ki bu da bizim sokulmak istendiğimiz dünyaya ait başka bir ipucu. Cencoroll'da gençlerin dünyasındayız. "Mantıksız" diye bir kelime bulunmuyor.



    Cencoroll'u gerçekten beğendim. Bir şaheser falan değil ki zaten böyle bir iddiası da yok. Cencoroll'u bir çırpıda çöpe atabilmek aynı Genius Party'e boş gözlerle bakabilmek gibi. Böyle yapımlar çocuklarla yetişkinlerin kimlik bildiriminde bulunmalarını sağlayan eserler. Cencoroll'a "boş" demek daha yaşınızın gelmediğini gösterir. Genius Party'e dil uzatmak belki hiçbir zaman yaşınızın gelmeyeceğini bağırır. Sizleri Pazar sabahı TRT kuşakları paklayabilir. Konudan saptım... Cencoroll'u beğenmemi sağlayan en önemli özelliği 1 saniye bile sıkmamasıydı. Kısa süresi yüzünden zaten sıkmaması gerek diye düşünülebilir lakin alelade bir serinin alelade bir bölümü kadar süresi olan bu yapım işte tam da bu noktada "film" tanımına kendini yerleştirdi. "Gereksiz" diye tanımlanacak tek bir çizimini bile göremedim. Bu özelliği sayesinde de farklı okumalara yol veren bir yapım oluvermiş Cencoroll. Benim düşünce balonu, hayal gücü teorim çok kolaylıkla bir başkasının teorisiyle yer değiştirebilir ve pekala da akla yatkın bir açıklama doğurabilir. Önemli olan birazcık düşünmek, gerisini Cencoroll doldurabilir.



    1 Görüş:

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi