• Shangri-La - 19





    Tokyo Bombardment

    Daedalus ormanını yok etmeyi kafasına koyan Kuniko'nun önderliğinde, Atlas yönetimi ve Ryoko zillisinin de desteğiyle kapsamlı bir hava taarruzu düzenlenir. Ortalık alev alev yanar, geriye hiçbir şey bırakılmaz. Kuniko bu noktada zekice ve eli mahkûm bir hamleyle çok sevgili kenti Duomo'yu da bombardımana katar. Bu sayede Duomo'daki zavallı halkın sığınacağı tek yer olarak Atlas'ın kalmasını sağlar. Bu hamleye Ryoko'nun yanıtı ilerki bölümlerde görülecektir.

    Bu seriden nasıl sıkıldım anlatamam. Kala kala 5 bölüm kaldı ama inanın elim gitmiyor izlemeye. İşin fenası artık ne anlattıklarını falan da takip etmiyorum. Öyle trene bakar gibi ekrana bakıp herbiri çok kaprisli Hollywood starlarıymış gibi eşit dağıtılmış süreleriyle ekranda beliren karakterlerden de sıkıldım. Bu kadar nevi şahsına münhasır seriler bende sıradanlık hissi uyandırıyor. Post-apokaliptik bir dönemi anlatmalarına rağmen hâlâ aynı sen iyisin-o kötü temcit pilavı üzerinden "ver aksiyonu da seyirci bir şey izlediğini zannetsin" mantığı süregitmekte. Alelade bir aksiyondan da farksız üstelik.

    Finali için çekilmeye devam eden bir seri haline büründü Shangri-La. O kadar bariz ki bu durum şu anda resmen oyalanılıyor. Bir Daedalus sorunsalı çıkartıldı ortaya, böylece 3-4 bölüm daha finale kadar kotarıyorlar. Bunlar da hep senaryonun zayıflığına delalet eden unsurlar olarak gözüme diken gibi batıyor. Severek katlanıyoruz da diyemem ama bittikten sonra o dikeni de gülü de zihnimden sonsuza dek yakmak istiyorum.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi