• CANAAN - 9





    Talk of the Past


    Tam 1,5 bölüm süren köye varma serüveninde yanlarına Yun-Yun'u da alan tayfamız uzun uğraşlar ve synesthesia hastası bir köylüyü bertaraf etmelerinin sonunda nihayet emellerine ulaşır. Kendilerine saldıran köylüyü öldürmemesi için Canaan'ı sesiyle engelleyen Hakkoh'unsa köylünün ölümüne yol açan kişi olması ironik bir durumdur. Köye geldikleri anda Liang Qi'nin saldırısına uğramaları serinin mantığında kendine apayrı bir yer almaz, bu gibi gelişmeler son derece doğaldır CANAAN'da. Liang'ı ise ablası Alphard safdışı edecektir.

    Bölümün ve serinin önemli bir noktası olan salgının ilk ortaya çıktığı günlerin anlatıldığı sahneler Yun-Yun'un ağzından bizlere ulaşır. CIA'in de işin içine karıştığı ve Alphard ile ortaklaşa çalıştığı (veya aynı amaca hizmet ettiği) bilgileriyle Santana'nın serideki rolü hakkında fikir sahibi oluruz. Ekibimizin köye girişiyle çalınan arabik motifli parça ve flashback sırasında köy halkının ev tasarımlarından ben sanki bir Müslümanlık, hadi olmadı en azından mültecilik havası alırım. Deney kobayı gibi kullanılıp toplama kampı benzeri laboratuvarlara kapatılan bu insanlara serinin de baş düşman ilan ettiği ABD'nin yaklaşımı içinde bulunduğumuz durumdan fazla da farklı değildir.

    Alphard ile Canaan'ın karşılaşmasında Alphard'ın oyalanmasıysa aslında kesin bir düşman olmadığı yönünde düşüncelere dalmama yol açtı. Tamam, serinin adı CANAAN ve dolayısıyla başkarakter daha 9. bölümde öldürülmez ama yine de "lastik gibi uzatıyorlar da o yüzden Alphard öldürmedi" diyemiyorum. Her ikisinin de ustası olan Siam'ın renklerini Alphard'ın üzerinde gören Canaan ise sanki renk görme yeteneğine yeniden kavuşacakmış gibi bir izlenim uyandırdı bende.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi