• Tokyo Magnitude 8.0 - 8




    Pure White Morning


    Hmm... Sadece deprem değilmiş Tokyo Magnitude. Tek marifeti deprem ve sonrasındaki insan davranışlarına dikkat çekmek değilmiş. Seyircinin aklını bulandıracak cevherler de varmış içinde. Her hareketin, ağızdan çıkan her lafın, her görüntünün pür dikkat izlenmesi gerekirmiş. Seyirciyle kedi-fare gibi oynar, arada bir sevinelim diye ipuçlarını atarmış. 1 tane yakalamak da yetmez, destekleyici ve kapsayıcı olan diğer ipuçlarını da havada kapmamız gerekirmiş. Tokyo Magnitude şimdiye kadar sakladığı bir yeteneğini paylaşıyor bizimle, hem de muhteşem bir teknikle yapıyor bunu.

    Yuuki öldü. Seri bize aksini gösterse bile her zaman gördüklerimize inanmamamız gerektiği öğretildi bizlere. Mari'nin hastaneden aldığı "legal evraklar", Mirai'nin gördüğü çifte rüya sekansı, Yuuki geldikten sonra bile Mirai'nin onunla hiç konuşmaması, çocukların evini arayan Mirai'nin muhtemelen ölüm haberini çocukların ailesine iletmesi gibi kendi kafamda kurduğum senaryoda Yuuki'nin ölümü tüm bu hareketlerin gerekçesi oluyor. Daha pek çok detay var bölümde. Mirai'nin bahçede uyanıp da Yuuki'yi top oynarken gördüğü sırada Mari bahçeye geliyor. Şimdi resimdeki tersliği görebiliyor musunuz? Neden Yuuki'nin çantasıyla uyuyan Mirai'nin yanında sadece tek bir battaniye var da hiçbir mat yok? Bunu "ellerinde kalmamış" diyerek geçirenlere bir çift sözüm olacak: "Hadi len!"

    Tam anlamıyla muhteşem bir bölümü geride bırakırken finaldeki içimde depreşen bir duyguyu da paylaşmak isterim. Çocukların buldukları motorsikleti reddeden Mari bu bölümün finalinde de sürekli Mirai'nin peşinden, ağır adımlarla ilerliyor, sanki kızına gitmeyi istemiyor gibi. Aslında kızına ulaşmayı tabii ki isteyen bu kadının içindeki korku ona engel oluyor: "Ya kızı ölmüşse?" İşte bu korku nedeniyle iki ileri bir geri ilerleyen Mari'nin durumu çok hazin. Kaldı 3 bölüm ama bu seri daha şimdiden yaz sezonunu darmaduman etti.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi