• Tokyo Magnitude 8.0 - 6





    Abandoning Choices

    Ah! Bu seri bir harika.

    İkinci bölümdü yanlış hatırlamıyorsam, Mari kardeşini arayan Mirai'ye bir laf söylemiş, Mirai de dönüp "kardeşimden ölmüş gibi konuşma!" diye bağırarak içindeki inancı ve umudu göstermişti. Her ne kadar Mirai'yi bir kaşık suda boğmak istesem de artık fikirlerim değişmeye başlıyor çünkü Mirai de değişmeye başlıyor.

    Mari'nin çalıştığı yere geldikten sonra kardeşler artık ayak bağı olmak istemedikleri ve kendileri olmadan kızına çok daha hızlı gideceğini düşündükleri için Mari'nin onlar olmadan gitmesini isterler. Mari bu öneriyi pek önemsemez ama ofise geldiklerine fenalaşarak bayılır. Anemi hastası olduğunu öğreniriz. Verilen flashback sayesinde Mari hakkında daha pek çok şey öğreniriz. Kocasından hiç bahsetmiyor olması, kızının anneannesiyle birlikte kaldığını söylemesi vs. kocasını kaybettiğini düşündürüyor bana. Bu bölümdeki flashback sayesinde de bunun bir motorsiklet kazası olabileceğini kuruyorum kafamda. Ama mühim değil bu mevzu bence. Serinin olağanüstülüğünü yazayım biraz.

    Şimdi Mari kendine geldikten sonra çocukları göremez. İş arkadaşı onların gittiklerini söyler ve ben içimden "yav yine mi problem çıkaracaksınız kadına!" diyerek köpürürüm. Bu sırada artçı şoklar sürekli yaşanmaktadır. Burada artçı şokların bölüm içindeki anlarına değinmek istiyorum. Ne zaman ki bir karakter tereddüt yaşasa, kararsız kalsa artçı bir şok patlak veriyor. Sanki doğa ana "HADİSENE!" diye çığlık atıyor o karaktere. Mari de yollara düşüp arıyor çocukları ama onun olgunlukla, benimse gözyaşlarımla karşıladığım bir sahne ile geliyor çocuklar karşımıza. Mari eve daha hızlı gidebilsin diye ona bir motorsiklet bulmuşlar. Eh!

    Tüylerimi diken diken etmeyi seviyor bu seri. Güçlü ve etkili bir seri Tokyo Magnitude 8.0. Kaçırılmaması gerekenlerden.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi