• Tokyo Magnitude 8.0 - 4





    The Promise Between the Three of Them


    Adadan kurtulduktan sonra eve gitme safhası başlar ve çocukların geçici annesi olan Mari önderliğinde yola konulur. Mirai her dakika tokatlanası bir büyümüş de küçülmüş kız olduğundan sürekli problem çıkartır, yardım edilme tekliflerine bile. Karnı bozulan Mirai tuvalet ararken Japonya'dan ilginç bir yenilik daha görür ve portatif tuvaleti hayatımıza sokarız. Adamların bunu bile düşünmüş olmaları gerçekten takdire şayandır.

    Durağan yapısını artçı şoklarla canlandırmaya çalışan seride deprem falan hikâye, asıl mesele insan ilişkileridir. Dedim ya Mirai'yi her dakika tokatlamak gerekir diye, bize hemen yeni bir sebep verir ve tüm deprem felaketinin baş sorumlusu olarak kardeşi Yuuki'yi suçlar. Ara vermeden sopa yedirilesi Mirai'nin bu angutça laflarından sonra küçük çocuk parktan apar topar kaçar ve Mari'ye yeni bir vazife daha çıkartır. Kardeşini arayan Mirai onu bulur ama bu sırada tepelerine inen kule yüzünden zorlu anlar yaşamak zorunda kalacaklardır.

    Mirai denen şımarığın bu seride yer alma nedenini anlamak ilk başlarda güç gelse de sanırım ilerleyen bölümlerde yaşayacağı değişim onu ön plana çıkartıyor. Henüz kendisine kıl olmak ile ümüğünü sıkmak arasında gidip gelmeme rağmen bu kadar sinir bozucu bir veledin başrolde seriye çöreklenmesi ve olayların onun bakış açısından bize aksettirilmesi seyircinin özdeşleşme çabalarına ket vuruyor ama azmedip devam edersek onun yaşaması muhtemel değişiklik bizi de derinden etkileyecek gibi görünüyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi