• Guin Saga - 18





    Farewell, My Beloved (Part II)

    Düğün merasiminin ikinci kısmı daha çok gelişmeye gebeydi ve beklendiği üzere de öyle oldu. Amnelis ile Naris'in nikahları pek çok farklı mertebe için bir tehdit olarak algılanıyordu ve hem Parros'lular hem de Mongollar Naris'in kellesinin peşindeydi. Piyangodan Astrias çıktı ve seri başından beri Amnekis'e olan duyguları sonunda böylesi bir trajediye imza atmasına neden oldu. Trajedi denebilir mi peki?

    Geçen bölümde anlamadığım bir sekans vardı: Naris'in gece gece bir yerlere gidip kendine benzeyen bir adamı görmüştü. Oradan aslında Naris'in planı az çok anlaşılmıştı. Fakat Naris'in göründüğünün aksine son derece gaddar bir kumandan olduğu ortaya çıktı. Amnelis ile kedi-fare oyunu oynadığını az çok anlayabiliyorduk ama hepsinin üstüne Amnelis'in kardeşi Miail'e suikast düzenletmesi adamın fevkalade sinsi ve vahşi olduğunu gösterdi. Bu bölümde müstakbel eşini kaybetmenin acısını yaşayan Amnelis'in kardeşinin cinayetini öğrenmesi üzerine attığı çığlık son derece gerçekçi ve elimdi.

    Guin'siz bölümler çok tat vermiyor ama bu serinin yapımcılarının istikrarlı bir başarıları var: Serinin atmosferi her zaman sizi içine alıyor. Fotoğraflarda da verdiğim bir muhtemel cenaze töreni var ki o coşkulu renklerin ardındaki kasvetli havayı solumamanız çok zor. Sıradaki bölümde Guin geri dönecek ve seri son virajını dönecek. Artık şu leoparın sırrını öğrenelim, Remus'un saykoya bağlamasının sonuçlarını görelim, Mongolların sefere gönderdiği küçük çocuğun marifetlerini bilelim... Aksın seri de keyfimizi bulalım.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi