• Tokyo Magnitude 8.0 - 1





    Odaiba Sinks

    Büyüleyici çizimlerin altında açılışını yapan seri 30 yıl içinde Japonya'da gerçekleşeceği düşünülen 7.0 büyüklüğündeki depremi kendine referans alarak "ya 8.0 büyüklüğünde olursa?" fikrini ekrana taşıyor. Mirai Onozawa isminde ergenlik çağındaki bir kızı başrole yerleştiren seride Mirai'nin iç dünyasındaki depresyonları, ailesine karşı geliştirdiği katı tutumu, kendisine bir çocuk gibi davranılmasını istemeyen asiliği aracılığıyla bu hanım evladımızı ve yakın çevresini tanırken aynı zamanda günümüz Japonya'sındaki ilişkileri de inceleme fırsatı buluyoruz.

    Her aklına geleni cep telefonuna kaydettiği için kardeşinin arkadaşları arasında "telefon yaratığı" olarak nam salmış Mirai aslında içine kapanık ve her şeyden nefret eden tam bir ergendir. Etrafına ördüğü duvarlarla bir nevi kendi hapishanesinde yaşamakta, yatağının yan tarafını arkadaşlarının fotoğraflarıyla süslemekte, yaşadığı kentten ve içinde bulunan her şeyden nefret etmektedir. Bir gün kalbinden geçenleri dillendirir ve bu dünyanın çökmesini diler. Dileği gerçekleşir...

    Yaklaşık 3 aydır beklediğim Tokyo Magnitude 8.0 ilk bölüm itibarıyla ser verip sır vermedi. Maria'nın ailesini ve kızın iç sıkıntılarına yoğunlaşan bölüm aslında pilot bölüm olarak başarısız sayılabilir. Yani 1. bölümü izleyip bırakanlar çok olabilir...di eğer final olmasaydı. En heyecanlı yerde patlatılan final resmen ikinci bölümü azimle çektirecek, merak içinde bıraktıracak ve aş erdirtecek kadar güzeldi.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi