Quickening
Remus'ün önceki bölümde girdiği mağaraya hep birlikte dalan tayfamız içerde beklemedikleri bir manzarayla karşılaşırlar. Hepsinin bakıp da sadece cıvıl cıvıl ışıklar gördüğü delik Rinda'nın üçüncü gözü sayesinde mana kazanır. Burası Parros'ta bıraktıkları boyut atlatıcı kubbenin yerin altına doğru olan bir kopyasıdır. Çok geçmeden mağaradan çıkmak zorunda kalırlar çünkü Rinda tehlikeyi önceden sezer ve tayfamızı uyarır. Dışarda önce korsanlarla sonra da devasa büyüklükteki canavarla karşılaşırlar.
Çalgıcı Marius'un yeniden belirdiği bölüm her zaman olduğu gibi gelişmelere açıktır. Marius ezeli düşmanı Mongol hatlarına hiç beklemediği bir şekilde sızarken Amnelis'i baştan çıkartan Naris'in kellesi şimdiden istenmektedir. Bu vesileyle de Mongol birliklerinden yeni bir karakterle, Sid isimli küçük bir veletle tanışmış oluruz. Bölüm sonunda yeteneğini bize gösterecek olan Sid aslında tam ajan tipli, kaleyi içten çökertecek kurnazlıkta ve sinsilikte bir çocuktur. Astrias'ın çırpınmaları ise her zamanki gibi Amnelisçiğini kurtarmak adınadır ama bir kez daha saftirikliğinin kurbanı olacaktır.
Bu seri bittikten sonra aklımda kalacak ilk şey şu devasa yaratıklara ne kadar önem verildiği olacak. Birkaç bölümdür görmediğimiz bu canavarlar Guin Saga dünyasını aktarmada son derece etkili oluyor. Ayrıca bu bölümle birlikte iyiden iyiye hissetmeye başladığım bir başka artıysa serinin çok oturmuş bir konusunun olması. Her bölümde dakikaları ustaca üleştirerek senaryoyu farklı dallarından filizlendirmeyi pekala beceriyor. Guin'e odaklı bir anlatımla güdükleşmek yerine kendi dünyasında olup bitenleri farklı noktalardan dile getirmeyi tercih ediyor.
0 Görüş:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.