• CANAAN - 4





    Darkening


    Maria'nın güvenini zedeleyen Canaan'ın mazisini enikonu öğrenme şansını bulduğumuz bölüm aksiyon dozunu iyi ayarlayan, iki başkarakteri ilk kez çarpıştıran ve karakter gelişimi açısından Canaan'a daha da odaklanan bir bölümdü. Kısa bir seri olacağı için senaryo babında seri davranmak çok mühim. Aksi takdirde sadece aksiyondan ibaret kalacak bir konuyu anlatmış olur ve karakterlerin hiçbirini ön plana çıkartamamış olursunuz. CANAAN henüz bu hataya düşmedi ama yine de temposunda biraz ağırlık söz konusu.

    Canaan'ın nasıl ve kim tarafından eğitildiği, kolundaki dövmenin ne zaman ve nerede yapıldığı, eğitmeniyle olan ilişkisi ve onu yitirmesinin sıkıştırılmış bir şekilde sunulduğu bölüm aksiyonla yoğurulmuş ilk iki bölümden sonra çok gerekliydi ve tam yerinde geldi. Sıkıcı bir tarihçe anlatımı yerine kısa kısa ve en önemli konuları anlatmayı seçen bölümde yönetmen akıllıca bir iş yapmış diyebiliriz. Eğitmeniyle olan samimiyetin son bulduğu anın gösterimi ardından Canaan'ın şimdiki zamanda uyguladığı plan ve eyleme döktüğü intikam ateşi bölüm sonunu bağlamayı bildi. En heyecanlı yerinde kaldı diyemem ama Canaan'ın da yenilmez olmadığını göstermesi ufak da olsa bir avantaj getirdi seriye.

    Karakter yelpazesi bakımından bu seriyi sevdim. Alphard ve Canaan'ın haricinde yan karakterlerden Maria ve Miro'nun seriye kattıkları hava çok etki yaratmasa da Alphard'ın sapık kız kardeşi ve onun sadık hizmetkarı arasındaki sado-mazo ilişki mizah açısından arada bir gülümsetse de bir süre sonra seriyi sıkıcı yapıp bayağılaştırabilir. Hiç konuşmayan kedi kadın, sürekli görünen taksici gibi tiplemeler serinin dünyasına daha ısınmamıza yol açıyor aslında ama bunları 128 bölümlük bir dizide arada bir görmek keyif verebilir. Oysa senaryoya etkisi olmayan karakterlermiş gibi yansıtmak şimdilik pek bir işe yaramıyor.

    1 Görüş:

    1. Bence çok güzel yazmışsın. Seri içindeki tiplemelerin gereksizliği bir yana, bu bölümde duygusal Canaan'ı görmek değişiklik kattı düye düşünüyorum.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi