• Guin Saga - 9





    Prisoner of the Lagon

    Daha ne kadar iyi olabilir ki diye düşünürken seri her yeni bölümle kendini aşmayı başarıyor. Yönetim kademesi gerçekten çok sağlammış. Bu bölümdeki usta işi kurgu ve farklı konulara dakika ayırmadaki beceri seriyi birkaç adım öne fırlatmayı başarıyor. Guin'in hayaller alemine daldıktan sonra kendini bulduğu (ve zaten aradığı) Lagon halkıyla olan münasebeti, Mongol-Sems savaşındaki cepheler, Istavan ile Marus arasındaki muhtemel kan bağı bir yanda dururken bu bölümde yaşananlar... Her karesiyle Guin Saga farkını, destansı kalitesini, kahramanlık hikayesini ve mitolojik kahramanlarını gayet başarılı çizimlerle ve harikulade müziklerle birleştiren doyurucu bir seri.

    Guin o hülyalara daldığı sırada yakalanıp bir mağaraya hapsedilmiş ki zaten aradığı Lagon halkını da bir bakıma bulmayı becermiş. Leopar kafasına ve kaslı bir erkek vücuduna sahip Guin'i nedendir bilinmez serideki her ergen -veya çocuk- illaki seviyor ve ona yardım ediyor. İlk bölümlerde Mongol askeri yardım etmişti. Kardeşlerin ezelden gelen büyük aşkları zaten malumumuz. Bu bölümde de Lagonlu bir genç kızın son anda ağzını açmasıyla eşit bir dövüş şansı bulan Guin bu durumu önceki bölümde bulduğu parlak çubuk (Akura) sayesinde lehine çevirir ve sonraki bölüm için Lagon halkının gücünü arkasına alır.

    Mongol-Sem savaşı tüm hararetiyle sürerken Istavan'ın kısa süren Mongol kariyerinde aslında Marus'a kanının kaynadığını da öğrenmiş olduk. Yine de kaynayan Marus oldu. Savaşı adeta spor serilerinde olduğu gibi birkaç bölüm süren bir maç gibi anlatmayı tercih eden Guin Saga bu seçimiyle çok doğru bir iş yaptığını her yeni bölümüyle kanıtlıyor. Bir destan gümbür gümbür geliyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi