• Fullmetal Alchemist: Brotherhood - 11





    The Miracle at Rush Valley

    Geçen bölümde çok az görebildiğimiz kardeşlerle Winry üzerine kurulu olan 11. bölüm, kardeşlerin ustalarına gitme yolunda ilk durakları olan Rush Valley'de geçmekte. Winry'nin kendini düşler ülkesindeymiş gibi görmesini sağlayan bu kasaba aslında bir automail cenneti olarak da tanımlanabilir. Buraya adımlarını atar atmaz Ed'in kol ve bacaklarını incelemeye başlayan ahaliyle birlikte bir ufak yankesici de Ed'in eyalet simyageri saatini yürütünce kızılca kıyamet kopar ve bölümün temelini oluşturacak kovalamaca başlar. Paninya isimli bu hırsızın evine kadar izini süren ekibimiz burada hiç beklenmedik olaylara tanık olacaktır.

    Şimdi ben ilk seride böyle bir hikaye olduğunu hiç hatırlamıyordum. Ara bölüm gibi geçilmiş olmasına rağmen Winry'nin gelecekteki kariyerinin temelini atması açısından sağlıklı ve işe yarayan bir bölümdü. Doğum ve simya karşılaştırmaları her ne kadar çok üstünkörü geçilmiş ve öylesine kondurulmuş gibi gözükse de bölümün ahengi içinde göze batmıyordu. Winry'nin gelişimine tanıklık etme açısından gerekli bir bölümdü ama serinin kendi bünyesinde çok da gerekli miydi tartışılır. Yine ikinci seride böyle bölümlerden çok da fazla bulunmamakta. Yani ilk serideki gibi bir olayı, bir bilgiyi 2-3 bölüme yaymak yerine böyle tek bölümde geçiştirmeyi tercih ediyorlar ki bu da yeni serinin
    takip edilebilirliğini bir hayli arttırıyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi