• Phantom: Requiem for the Phantom - 7





    Past

    Bu seri galiba bu sezonu açık ara önde tamamlayacak. Şimdiden FMA'nın çok önünde, potansiyelini yavaştan gösteren 07-Ghost ile de arasındaki mesafeyi açmakta. Dramatik yapısı o kadar ağır basıyor ki bazen gerçekten de "İki katilin günlükleri" isimli upuzun metraj bir film izlediğim hissine kapılıyorum. Ein ile Zwei arasındaki ilişki dış mihrakların müdahaleleriyle gitgide gerginleşiyor. Ein bir yandan Zwei'dan korkuyor, öte yandan ona sempati duyuyor. Zwei bir yandan Ein için bir şeyler yapmak istiyor, öte yandan geçmişini kurcalamaktan geri durmuyor. Ama her ikisi de sadece birer piyon gibi kullanılıyor. Serinin kendi klasını konuşturduğu nokta da işte burada geliyor. Kas gücü gereken her işe verilen Phantom takımı aslında Inferno'yu sürükleyen parçalar olmalarına rağmen asla beyne ulaşamayacaklarından yalnızca keyfi kullanımlık kalıyorlar.

    Zwein'ın geçmişinden çok kilit bir sahneyi hatırladığı bölüm önceki yazıda yaptığım sallamasyonun ufaktan tutmaya başladığını gösterir nitelikteydi. McCunnen'ın ayak oyunları ile Scythe Master'ı alt etme çabalarında her iki tarafın da Ein-Zwein kullanımlarına şahit olduk. Aksiyon olmayan bölümde bile nefis bir rüya kompozisyonu ile hem heyecanı yaşattılar hem de senaryonun balta girmemiş ormanlarında çok ama çok kilit bir tura çıkardılar: Ein ile Zwein'ın ilk teması. Bunu hiç göstermeselerdi bile sorun olmayacakken böylesine akla gelmedik bir sekansla öne çıkarmak gerçekten takdire şayandı.

    Phantom'un bir mafya dizisi olduğunu söylemek düpedüz yanlış kaçacaktır. Phantom ayakları yere sağlam basan bir senaryoda hayat bulmuş iki kuklanın hikayesi. Yaşamak için öldürmek zorunda olan iki katilin hikayesi. Oyun olarak dövüş antrenmanı yapan iki çocuğun hikayesi. Phantom "hiç bitmesin" dediğim bir seri.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi