• Phantom: Requiem for the Phantom - 4





    Assassination


    İlk görevinin ardından cinayetlere doludizgin devam eden Zwein'ın yeni bir görevi daha vardır. Bu arada Inferno için artık Ein ile birlikte çalışmaya başlamış olan Zwein ilk öldürdüğü kişinin adını yani Wallace'ı almıştır. Görev ise torununa hediye almak için çok sıkı korunan evinden çıkacak Dallas'ın mafya babasını öldürmektir.

    İki karakterin gelişimlerine odaklanan seri dramatik kurguyu ön plana çekerken stilize aksiyon sahnelerinden de geri kalmamayı başarıyor. Ein ile Zwein arasında ileride filizlenmesi muhtemel romantik ilişkinin ilk tohumlarını da bu bölümde görüyoruz. Hayatını sorgulamaktan vazgeçen Zwei tam anlamıyla bir ölüm makinesine dönüşüyor ve Ein'ın gözünden kendisini görmesini sağlıyor. Aksiyon sahnelerindeki müzik seçimleri bir harika. "Bu sezon izlediğim en iyi bölümdü"yü rahatlıkla hak eden bir bölüm oldu. Çocuk yaştaki bu ikilinin arasındaki kimya hiç aceleye getirmeden geliştirilmekte. Yüzlerine taktıkları maskeler onların gerçek kimliklerinden de uzaklaşmalarına yol açıyor.

    Serinin bir diğer iyi yanıysa bölümlerin sanki 40 dakika izlemiş hissi vermesi. Ufak hamlelerle o kadar çok noktaya parmak basılıyor ki "nasıl olur da 22 dakikadır izlemişim?!" hissiyatı ağır basıyor. İyi çizimler, güzel müzikler, harika bir yönetmenlik ve iki kiralık katilin günlüğü. Phantom şimdiye kadar sunduklarıyla bahar sezonunun en dikkat çekici yapımlarından olmaya aday.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi