• Speed Grapher


    Zenginlerle fakirlerin arasındaki farkın daha da açıldığı ve paranın tüm hayata yön verdiği bir dönemde Tokyo sokaklarındayız. Savaş muhabirliği ile hayatını kazanmış Saiga artık şehre yerleşmiş ve buradaki bir gazetede çalışmaya başlamıştır. Vahşice işlenen bir cinayetin ardından olayın fotoğraflarını çeker, fakat bu kadarıyla tatmin olmaz ve olayı kendi incelemeye karar verir. Bulduğu ipuçları onu Tokyo'nun altındaki gizli bir salona götürür. Bu salonda seks, kan, uyuşturucu, vahşet vb. gibi sınırsızlıklar, suratlarına maske geçiren insanlar tarafından gönüllerinin istediği şekillerde uygulanmaktadır. İçeriye başka bir kimlikle sızmayı başarmış Saiga, fotoğraf çekme arzusunu zapt edemez ve salondaki herkesin “Tanrıça” olarak adlandırdığı küçük bir kızı karelemek için deklanşöre basar.

    Duran Duran'dan "Girls on Film" ile açılan seride, Mobile Suit Gundam'den aşina olduğumuz Kunihisa Sugishima'yı yönetmen koltuğunda görüyoruz. Serinin kendine has ve biraz da alışılagelenin dışında bir çizgisi olmasının yanında, belli yaş sınırlamalarından geçemeyecek kadar da sert bir içeriği bulunmakta. Kesilen kollar, havada uçuşan bacaklar, cinsellik içeren sahneler, edilen ağır küfürler gibi pek çok riski göze alıyor Sugishima. Böylesi bir yapımın amacı eğer izleyiciyi kendine çekmek olsaydı, bu taktik kesinlikle yanlış bir seçim olabilirdi. Fakat böyle bir amaç güdülmemiş. Aksine, seyirciyi kendinden uzaklaştırmaya bile çalışıyor neredeyse. Para ile tatmin edilen ihtirasların artık katlanarak büyüdüğü bir dönemi anlatıyor bizlere. Gizli gizli yapılan toplantıların sanki bir dine bağlı insanlarca yapılan ayin rutininde geçmesi, bu ayinin katılımcılarının ülkeyi yöneten çok önemli kodamanlardan oluşması, ortalıkta dönen paranın haddi hesabının tutulamayacak kadar fazla olması bu kokuşmuşluğun etrafını güzelce çevreliyor. Ve inceden de günümüzün paraya tapan yaşantısı eleştiriliyor; olaylar fantastik öğelerle süslenmiş ve inandırıcılıktan uzak karakterlerce yaşansa da.

    Bu iğrenç ayinlerin yapıldığı Roppongi Kulübü'nde sadece belli bir kesimin girebildiği, Tanrıça olarak görülen 15 yaşındaki Kagura tarafından kutsanmayı ümit edenlerin bir araya geldikleri bir oda bulunmakta. Roppongi ismi günümüzde de kullanılmakta bu arada. Tokyo'daki bir nevi zengin mahallesi olan bu semtin sözlük anlamı "6 ağaç". Bunun sebebi de 17. yüzyılda o bölgede yaşayan 6 derebeyinden geliyor olması. O günden bu zamana kadar hep elit bir kesimle anılan bu arazi, animede de aynı şekilde yine elit bir topluluğa hitap ediyor. Bu topluluktaki insanların içlerindeki bastırılmış arzuları gerçekleştireceğine inanılan Tanrıça'dan bir buse almanın bedeli çok pahalı olsa da herkes bu bedeli karşılamaya razı görünüyor. Ne de olsa para kolay bulunuyor ve arzular her gün gerçeğe dönüşmüyor.

    Gizem dolu bir polisiye gibi görünse de, içten içe sistem karşıtı olan bir anime Speed Grapher. Sistemin insanları nasıl değiştirebileceğinden, her yaştan insanın arzularını gerçekleştirmek için başvuracağı ilk ve tek yolun para olmasının ne kadar tehlikeli olabileceğine kadar büyük nefret ve hatta kan ve şiddetle anlatılan konunun zayıf yönleri de yok değil. Tek bir saksafon melodisi ile yakalanmaya çalışan dedektiflik havası, Saiga'nın can çekişenlere yardım etmek yerine onları fotoğraflama önceliğinin üzerinden üstünkörü geçilmesi, bir yerden sonra bölümlerin sıkıcı bir tekrar halini alması serinin 26 yerine 13 bölümde de pekâlâ bitirilebileceği hissini veriyor. Belki de son söylemesi gereken şu sözleri en başta söyleyerek, anlatmak istediklerinin çok büyük bir özetini en baştan çıkartma hatasını işlemiş oluyor:

    (Kötü adam çocuğun babasını öldürmüştür. Çocuk koşar adımlarla eve girip babasını darağacında sallanırken görür ve kötü adam konuşmaya başlar.)

    "Evlat, bugünü unutma.
    Bu ülkede insanların yaşamlarını parayla satın alabilirsin.
    Bir gün beni öldürmek istersen, para kazan ve gelip beni satın al.
    "

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi