• Jormungand - Sezon 1 - İnceleme


     

    Silah tüccarlığı, ülkeler arası bazen legal, bazen illegal, bazen de kılıfına uydurulmuş pazarlıklar, günümüzde yaşanan savaşların aktörleri askerlerin, albayların, generallerin, istihbarat teşkilatlarının oluruna bıraktığı veya müdahale etmeyi seçtiği koşullar, paralı askerler, kiralık katiller, öldürmeyi seven katiller, tetikçiler, hırsızlar, mafyalar... hepsi de aslında mafyalar Jormungand'ın dünyasında.

    2 veya 3 kişilik çeteler de olsalar yine de hepsi aslında mafyalar. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde silah kullanılmasını teşvik eden uyuşturucu tacirleri. Önce ufak dozlarla hatta beleşe, masrafını cebinden karşılayarak alıştırıp silah promosyonu yapan ve sonrasında da alıcıyı müptelaya çevirmeyi başaran modern zamanın kapitalist tacirleri hepsi.

    Jormungand, can alma potansiyeline sahip bu silahların yarattığı kapitalist yaşam döngüsünün cereyan ettiği bok çukuruna iniyor. Her bölümüyle birlikte çukura inen ekibin üyelerini flashbackler ile tanıtırken çukurdaki koku oranını daha da arttırıyor. Bölümler ilerledikçe aşağı inen yolun aslında birçok farklı kanalizasyon borusuyla doldurulduğunu ve derinlere indikçe oksijenin iyice azaldığını fark ediyoruz. Çukurda ya kötü görünen kötü adamlar ya da iyi görünen kötü adamlar var. Yalnızca kötü adamlar var, başka hiçbir bok yok.

    İzleyicinin, karakterleriyle empati kurmasını sağlayacak yolları elinden geldiği kadar örtmeye çalışıyor Jormungand. Her çatışmadan galip çıkan, bazen iyice moe bir hal alan, yeri geldiğinde en ölümcül emirleri veren Koko bile ne bir kahraman oluyor ne de anti-kahramana evrilebiliyor. Kendi ağzından ne kadar kötü bir insan olduğunu dinleyerek aradaki mesafenin nasıl korunduğuna tanıklık ediyoruz. Oysaki Koko, kana boyanmış seride yaşanan bu kapitalist dünyadaki alelade bir iş kadını. Yapması gereken iş bu zaten, kötü olmak.

    Jormungand, Koko'nun karşısına Jonah isimli bir çocuk koyarak ilginç bir kimya yakalamaya çalışıyor. Jonah asla Koko'nun tam zıttı, onun tamamlayanı bir karakter değil. Jonah da bu dünyada kötü olmanın gerekliliğinin farkında. Sağ kalmak için kötü olmak bir zorunluluk hatta vücudunun edinmesi gereken bir refleks... Fakat bize tanıtılan Jonah'ın bir amacı var. Dolayısıyla Jonah aslında Jormungand dünyasında kalıcı olma derdinde değil, sadece amacına ulaşana dek bu bok çukurunda nefes almak zorunda olduğunun farkında.

    Jonah'ın bu amacı (ailesini öldüren / öldürülmelerine yol açan silah tüccarını bulmak) Koko ile Jonah arasında samimi durmayan bir yakınlaşmayı da beraberinde getiriyor. Serinin ilk sezonu sona ererken Jonah'ın henüz amacına ulaşamamış olması ikinci sezonda bir şekilde bu ikilinin karşı karşıya gelme ihtimalini güçlendiriyor. Her iki karakterin birbirlerine fiziksel benzerlikleri[1] aralarındaki muhtemel bir kan bağı olasılığını ima ediyor. Jonah ikinci sezonun sonunda böyle bir seçim yapmak zorunda kalırsa ilk sezondaki gibi bir mutlu sonu göreceğimizi hiç sanmıyorum. Umarım da böyle gelişir çünkü Valmet'in önce ölüp sonra dirilmesi hem çok ucuz bir kandırmaca hem de serinin tüm o kokuşmuşluğunda açabilecek papatyalar kadar gerçek dışıydı.

    Notlar:
    1. Seri boyunca beyaz saçlı toplam üç karakter görüyoruz. Koko, Koko'nun ağabeyi ve Jonah. Koko ve Koko'nun ağabeyinin gözleri maviyken Jonah'ınkiler kırmızı. Üvey kardeş olmaları kuvvetle muhtemel. []
     
     

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi