19. yüzyılın sonlarındaki Paris'te bir küçük Japon kızı Yune'nin hikayesini anlatan Ikoku Meiro no Croisee izlerken insanı dinlendiren özellikleriyle keyifli bir anime. Büyük baba Oscar tarafından Paris'e getirilen Yune burada Oscar'ın torunu Claude'un işlettiği demirci dükkanında çalışmaya başlıyor. Zaman içinde Yune ile Claude'un ilişkileri gelişirken eklenen yan karakterler de bu seriye farklı bir hava katmayı başarıyor.
12 bölümlük animenin en büyük avantajı çoğunlukla fantastik yapımlarıyla adından söz ettiren Satelight firması. Dönemin atmosferini çok iyi yakalamış stüdyonun animasyon kalitesi gerçekten göz alıcı. Canlı renklerle verilmek istenen neşe, Yune'nin mimiklerine gösterilen azami özen ve animede önemli bir yer tutan galerinin yarı loş havası çok iyi yansıtılıyor. Müziklerin de animasyonu desteklemesiyle birlikte izlemesi keyif veren bir anime ortaya çıkıyor.
12 bölümlük animenin en büyük avantajı çoğunlukla fantastik yapımlarıyla adından söz ettiren Satelight firması. Dönemin atmosferini çok iyi yakalamış stüdyonun animasyon kalitesi gerçekten göz alıcı. Canlı renklerle verilmek istenen neşe, Yune'nin mimiklerine gösterilen azami özen ve animede önemli bir yer tutan galerinin yarı loş havası çok iyi yansıtılıyor. Müziklerin de animasyonu desteklemesiyle birlikte izlemesi keyif veren bir anime ortaya çıkıyor.
Evet, izlemesi keyifli ama bunun ötesine geçebiliyor mu? Hayır. Genellikle Claude-Yune karşılaştırması üzerinden anlatılmak istenen Batı-Doğu farklılıkları suni ve zorlama temellere dayandırılıyor. Yune her fırsatta Paris'in/Batı'nın yaşam koşullarını öğrenmek için kılı kırk yararken karşısında asık suratlı ve nemrut Claude'u buluyor. Yan karakterlerden Alice'in Yune'ye hayranlığı sayesinde Batı'nın da Doğu'ya olan ilgisi ve takdiri işlenmeye gayret ediliyor ama "hak geçmesin" şekilciliğinden öteye gidemeyen bir çaba bu. Gerçi bu çabanın tamamen gereksiz olduğu bir süre sonra anlaşılıyor. Yune'nin Japonya'sını neredeyse hiç anlatmadıkları için bu kıyaslama serinin asıl amaçlarından biri değil. Hal böyleyken ister istemez şu soru da aklıma takılıyor: O halde neden her fırsatta Claude zorbaymış, Yune suçsuz ama ezilenmiş gibi gösteriliyor?
Yine de animasyon haricinde serinin başarılı olduğu bir diğer konu da karakter gelişimi. Claude, Camille ve Alice'in aralarındaki kimya görülmeye değer. Kadrosunu fazla genişletmeyen serinin bu karakterlerine yaklaşımını her bölümde hissetmek mümkün. Kimi zaman geçmişteki yaşanmışlıklar kimi zaman da gündelik hayattaki davranışlarla bu karakterleri "olabildiğince" tanıma şansına erişiyoruz.
Fakat Ikoku Meiro no Croisee bu karakterlerin yansıttığı değerlerin altını doldurma konusunda biraz tembel. Doğu-Batı sentezine bulaşmasına rağmen ne Claude'un Batı'yı tam olarak yansıttığını ne de Yune'nin Doğu'yu dile getirdiğini söyleyemeyiz. Dolayısıyla seri bittiğinde geriye kalanlar, Claude ve Yune ismindeki iki kurgusal karakterin 12 bölüm boyunca başlarından geçenlerden öteye çok da gidemiyor. Ötesini biraz zorluyor ama geçemiyor.
0 Görüş:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.