• 2013 Anime Sıralaması


    Altı aylık rötarla, biraz da adet yerini bulsun diye...

    • 18- Yami Shibai: 3-4 dakikalık bölümlere sahip korku türünde bir animeydi. Küçükken tek kanallı dönemde gecenin bir yarısı yayınlanan ve hayal meyal hatırladığım Alacakaranlık Kuşağı'nı andırdığı için seçtim. Belki de karanlıkta ve kulaklıkla izlediğim için seçmişimdir.
    • 17- Azazel 2: İlk sezonda benim için komik olan kısmı vahşetin sürprizle sarmalanmasıydı. Brütal sahnelerin kahkahalara boğması benim sadist olmamdan değil, bu sahnelerin öngörülemez olmalarından kaynaklanıyordu. Bu sezon o kadar "komik" gelmedi ya da artık sürpriz etkisi kaybolmuştu ama yine de muazzam seslendirme performansları ve yukarıdaki gibi anlık kaba esprileriyle Azazel'i listeme aldım.
    • 16- Kotoura-san: Sırf ilk bölümdeki olağanüstü sinemasal 10 dakika için listede. Geri kalan 10 dakika + 11 bölüm boyunca aynı seviyeye bir daha hiç çıkmadı fakat zaman zaman yaklaşmaya çalıştı. En azından başarılı yaptığı şeyin farkındaydı.
    • 15- Kami-sama no Inai Nichiyoubi: "Tanrı 15 sene önce bir Pazar günü dünyayı kendi haline bırakmıştır." Bu kadar görkemli bir açılış cümlesinden sonra keşke o dünya yeterince işlenebilseydi. Serinin "2. sezonu da çekebiliriz ama çekmeyebiliriz de" tavrı keşke hiç olmasaydı da tek atımlık kurşun karakteristiği benimsenseydi. Yine de ilginç ve gittikçe daha da çatallanan bir konu, arkada Madhouse gibi babaların babası bir stüdyo, orta karar seslendirmeler, orta karar senaryo, orta karar uygulama. 
    • 14- Hataraku: Konsept güzeldi: Her şeye kabil olan şeytan dünyaya düşer ve hamburgercide çalışmaya başlar. Fakat seri bu temayla yetinmeyip abuk subuk fast food savaşlarına varana dek bayağı geniş bir yelpazede güldürmeye çalıştı. En iyisi de planlı olduğu her halinden belli bir gidişatla hem ikinci sezona açık kapı bırakıldı hem de birinci sezon bu strateji yüzünden yetim bırakılmamayı başardı. Bana göre, şeytanın sağ kolu olan eleman senenin en iyi yardımcı erkek karakteriydi.
    • 13- Genshiken: Otaku değilim, ki zaten blogu düzenli takip edenler manga ile olan kıtalararası mesafemden haberdar. Keza Japon oyunları da oynamıyorum, bilgisayarım en basit grafikleri bile kaldırmayacak kadar külüstür sayılabilir (ama canımdır, cananımdır). Visual novel okum..izlem...dinlem... eh! anlamıyorum neticede. Dolayısıyla Genshiken'deki karakterlere bağlanmamı sağlayacak hiçbir vasıf bende yok. Fakat buna gerek de yok. Genderbender üzerine yoğunlaşıp ilk iki sezondaki kadın-erkek oranını terse çevirmek dışında pek de güncellenmemiş olan bu animeyi bir bakıma eski günlerin hatrına izledim. Bir de Poni Puni için...
    • 12- Kuroko no Basuke 2: Ağız dalaşları coşunca ve bir gıdım da olsa animede oynanan "şey" basketbola benzeyince KnB kendine herkesin listesinde bir yer bulabilir. Bu yerin yukarıda veya aşağıda olması çok da sorun değil zira Slam Dunk'ın ardından yıllardır beklenen basketbol animesinin elimizdeki tek karşılığı bu. Onu bırakın da Spurs ne top oynadı arkadaş!
    • 11- NonNonBiyori: İşte biriciğim! Gizli kalmış bir cevher NNB. Hangi taraftan övmeye başlasam diğer özelliklerini mahcup etmiş olacağım gibime geliyor. Galiba en sivrilen özelliği muhteşem bir seiyuu barındırması ya da tam anlamıyla "funky" bir seri olması veya belki de saf huzur aşısı yapması yahut hepsini kucaklayıp mutluluk pompalaması. Kafanız bozuksa açın izleyin, sevgilinizden ayrıldıysanız açın izleyin, aynı ülkede yaşıyorsak zaten izleyin (uu politik mesaj) ama muhakkak tek başınıza izleyin. İyi gelecek.
    • 10- Gin no Saji: noitaminA kuşağına uygun animelerden biri işte. Bir şehirlinin kırsalda kendini bulma arayışları etrafında dönen naif bir seri. Countee Cullen'ın Saturday Child şiirindeki kadar olmasa da sınıf arkadaşlarına nazaran ağzında gümüş kaşıkla doğmuş Hachiken'in yetişkinliğe adım atış hikayesi. Gerçi bu kadar derinlemesine bir aydınlanış yansıtmadı serinin ilk sezonu, zaman zaman Haçi'nin iç sesleriyle farkındalığına odaklanmaya çalıştı fakat ikinci sezonuyla biraz daha bu yöne eğildi lakin ikinci sezon 2014 listesinin işi.
    • 9- Danganronpa: Oyun uyarlamalarının bir kaderi de içeriğe hakim seyircilere daha yakın oluşlarıdır. Yine her zamanki gibi hakkında hiçbir şey bilmeden izlemeye başladığım Danganronpa'nın kısa süre içinde beni dışlayacağını bekleyerek izlemeye başladım... ve ne mutlu ki yanıldım. Jinrui'den sonra bende sonsuz kredisi olan Kishi Seiji önceki uyarlama girişimlerinde yapamadığını bu kez başardı ve yalnızca göze hoş gelsin diye kullanmadığı çok belli olan farklı animasyon tekniklerini serinin anlatımına katarak özgün bir atmosfer yarattı. Rafine bir polisiye olan Danganronpa seyirciyi bazen bünyesine kattı, bazen de uzakta tutup elini kolunu bağladı.
    • 8- Chihayafuru: Kart oyunu değil, SPOR! Hakkında bir dolu yazı yazdım. Blogun her tarafından bir Chihayafuru bölüm kritiği çıkabilir, dolayısıyla çok da uzatmayacağım. İlk sezonunda muallakta kalan romantizmi pas geçip sadece spora yönelen ikinci sezon projenin en doğru adımıydı.
    • 7- Yowamushi Pedal: Ben spor aşığı sayılabilirim, en azından sporfil (uydurdum, oldu) olduğum kesin. Fakat bir tek bisiklet yarışlarını izlemekten fazla hoşlanmıyorum. Eurosport'ta ciddi bir bisiklet sevdirme uğraşısı var ama yine de yarışların temposuna hiç adapte olamıyorum, izlerken heyecanlanmıyorum... elbette finişler hariç. Geçelim 3 boyutlu dünyayı da çok kısa süre içinde gereksiz bulduğu her yanını törpüleyen Yowamushi'ye gelelim. İkinci sezonu duyurulan bu seriyi sporun ruhunu seven herkes izlemeli, gerçi onlar zaten izliyorlardır da "yalnızca birinciler hatırlanır" diye yetiştirilen/yetiştirilmiş insanlar lütfen izlesin çünkü almasını bilene bu seri bir hayat dersi.
    • 6- Monogatari 2: Yıllar içinde çıkan sayısız yan, üst, alt, köşe hikayenin ardından gelen ikinci sezonu bu kez aynı hevesle izleyemedim. İlk Monogatari'de benim hoşuma giden anlatılan hikaye değil, anlatılış şekliydi. Nedense ikinci sezon bana fazla geldi, eski iştahımı canlandıramadı. Yine de zamanda yolculuk bölümleri, her karakterin kendini buluşu ve elbette ki avangart animasyonu ona sabit bir yer kazandırmaya yetti.
    • 5- Shingeki no Kyojin: İkinci kez izledikten sonra bile yarattığı etkinin altındaki hedef beni rahatsız etmeye yetiyor. Gerçekten de hiçbir şey anlatılmamış, yalnızca tanıtmış bir seri Attack on Titan. İnsanları mangaya sevk etmek için çekilmiş büyük bir viral. Manganın bitmesine yakın ikinci sezon veya FMA'da olduğu gibi bir remake gelecektir ve o zaman bu etkinin hakkını vermiş olacaktır ama şimdilik "hadi bakalım mangaya" direktifinden fazlası değil. Yine de 5. sırada zira son cümleyi yapmış olsa tartışmasız 1 numaraydı.
    • 4- Kill La Kill: Bu kez kolaya kaçıp AMT'de yaptığım yorumu kopyalıyorum: Türleri harmanlayan ve ortaya çıkardığı harmanı da çorbaya çevirip bazen ucuz ve vıcık, bazen lüks ve lezzetli ama genelinde izlemekten yemeye doyamadığım bir animeye dönüştü Kill La Kill. Başrolünde genç kızların olduğu nadir atipik shounen serilerden biri. Bu akımı başlatan Cutey Honey ile fazlasıyla paralellik taşımasına rağmen 40 yıl önceki Cutey Honey'in yarım kalmış mahou shoujo'dan bozma shounen yapısının modern bir uyarlaması/güncellemesi şeklinde ilerledi. Japon toplumunu dilim dilim doğraması, ilk haftadan itibaren dünyadaki günümüz hiyerarşik toplum düzeni üzerine sivri bir dil geliştirmesi aslında ne kadar ciddi bir söyleme sahip olduğunu da gösterdi lakin bu dili kullanırken o kadar ağzı bozuk, laçka, sırnaşık bir tavır sergiledi ve o kadar akıl almaz bir süratle ilerledi ki insanların yakalamaları için ancak manifestolarla dürtülmeleri gerekti. "Özgür iradeye erdiği günden bu yana vücudunu günahla örtmek insanoğlunun kaderi oldu" gibi bir sloganla çıplaklık->örtünme->kıyafet->statü besin zincirini madara ederken hemen ardından Mako'nun yeni bir sevimli ebleh/saftirikliği sayesinde kendini de madara etmekten hiç gocunmadı.
    • 3- Watamote: İnceleme yazısında söylediklerimi tekrarlamak yersiz. Bu kadar karanlık bir komedi daha önce görmedim ve bunun bu kadar kusursuz uygulanabileceğini de hiç düşünmezdim. Olağanüstü seiyuusu Kitta Izumi'nin performansına şapka çıkartıyor, bu serinin kesinlikle güldürürken canınızı yakacağını söylemek istiyorum.

    • 2- Aku no Hana: Herhangi bir "eser"in kışkırtıcı olup fikir ayrılıklarına yol açması takdir edilesi bir özelliktir. Aktarım şeklini bilinçli olarak çirkinleştirmesi ise cüretkar bir davranıştır. Üstelik bu çirkinliği eleştirenleri hicvedebilme yetisi de sizden bir adım önde olduğunu gösterir. Normalde yarım kalmış gibi görünen animeleri bu kadar methetmiyorum ama Aku no Hana'nın (şimdilik) ilk sezonu ED'sine varana dek her tarafından kusur fışkıran arızalı bir seriydi ve bu alanda rakipsiz olduğunu söylemek hiç de zor değil.
    • 1- Uchouten Kazoku: Geçen yıldan en sevdiğim anime değil. Her haftasını da iple çekmedim hatta 7. bölüme geldiğinde izlemeye başladım fakat bu kadar kusursuz bir animenin günceline yetişmem 8. bölümün yayınlanmasından önce oldu. 4 yıllık planlamanın sonucunda P.A. Works inanılmaz bir iş çıkarmış. Yönetim, senaryo, animasyon, seslendirme, müzikler, uygulama... hepsi kusursuz! Bu kadar "tam" bir anime izlemeyeli çok oldu, öncekini hatırlamayacak kadar çok.

    6 Görüş:

    1. Uchouten Kazoku'yu merak ediyordum zaten.Artık iyice merak ediyorum.Yakın bir zamanda izlesem iyi olacak.
      Aku no Hana ve Watamote'nin kıymetini bilen birinin olduğunu görmek çok güzel.Bir tek ben mi bu kadar beğendim diye düşünüyordum :D

      YanıtlaSil
    2. altı aylık rötarla bir de 2014 anime sıralaması olaydı ?? ((:

      YanıtlaSil
    3. Çok beğendim ben şimdiden izlemeye başlarım sen izleyene kadar adsız :D

      YanıtlaSil
    4. altı aylık rötarla 2015?? ://

      YanıtlaSil
    5. altı aylık rötarla 2017 :ddd

      YanıtlaSil
      Yanıtlar
      1. Mevcut iş tempomla elimden gelen ancak bu :(
        https://twitter.com/animedyum/status/947122162736828417

        Sil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi