• Cleopatra



    Osamu Tezuka'nın yetişkin içerikli Animerama üçlemesinin ikinci ayağı olan Cleopatra gösterime girdiği dönemde ABD sinema endüstrisi tarafından XXX kategorisine sokulmuş ve "Cleopatra: Queen of Sex" ismiyle seyirciye sunulmuş bir film.

    Üçlemenin diğer filmlerinde (Sen'ya Ichiya Monogatari, Kanashimi no Belladonna) olduğu gibi yine erotizmin ve cinselliğin ön planda olduğu filmi aslında bu temalar üzerinden değerlendirmek çok yanlış zira Cleopatra, animenin babası kabul edilen Osamu'nun kafasına göre takıldığı, adeta kendini eğlendirmek için yarattığı bir parodiler bütünü.



    Astro Boy'u izlemiş ve 2001: A Space Odyssey'in sanat yönetmenliğini teklif etmiş Stanley Kubrick'i, stüdyosunu bir yıl boyunca başıboş bırakamayacağı için reddetmek zorunda kalan Osamu Tezuka'nın içinde kalan ukdeleri teker teker yerine getirdiği bir film Cleopatra.

    İzleyeni dumura uğratacak kadar çirkin bir animasyonla açılan film, bariz bir şekilde Odyssey'e gönderme yapan ve yer yer anime edilmemiş objelerin bulunduğu bir sekansla hikayesini anlatmaya başlar. Uzaylıların saldırısına maruz kalmış "geleceğin insanları", antik Mısır'a zaman yolculuğu yapıp Kleopatra'nın efsaneleşmiş gücünün nereden kaynaklandığına şahitlik edeceklerdir.



    Kleopatra'nın hikayesini erotik bir masala dönüştürerek anlatan film; kırmızı başlıklı kız, Frankenstein, Napoleon, Jeanne d'Arc vb. tarihsel ve edebi figürleri araya sıkıştırırarak dönemin Mısır'ını da bir çorbaya çevirir. Sezar'ın Frankenstein'a benzetildiği, Marcus Antonius'un muz yemeden "faaliyete" geçemediği antik Roma ise buzdolabının, tabancanın, spor arabanın, arada bir görünen samurayın son derece normal görüldüğü paralel bir evrende gibidir.

    Hiçbir tarihi gerçeği yansıtmadığını açılışındaki büyük puntolarla vurgulayan filmin, anlatım açısından herhangi bir yenilik getirmediği anime sektöründeki tezahürü ise oldukça yıkıcı olmuştur. Porno yaftasıyla sinemalarda gösterilen 1970 yapımı Cleopatra, Osamu Tezuka'nın şirketi Mushi Production'ı finansal bir krize sokmuş ve ustanın 8 yıl sonraki Bander Book'a kadar yalnızca televizyon serilerine odaklanmasına yol açmıştır.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi