• Boku wa Tomodachi ga Sukunai - Sezon 2




    İlk sezondaki başarılı ve sade yapıyı ikinci sezonunda ters düz eden Haganai, kendi doğrularından vazgeçerek sıradanlaşan bir anlatımla karşımıza çıkıyor. Bu kez ecchi dozunu iyice abartıp mizahın yerine de dramı koyan seri, göstermiş olmak için gösterilen fanservice karelerde hatırı sayılır bir artışa giderek izlenecek değil, bakılacak bir animeye dönüşmeyi tercih ediyor.

    Hayli riskli kareler barındırmasına rağmen anlatacak bir derdi bulunan ilk sezonun aksine, bu kez sırtını tamamen ecchiye dayamış ve icra ettiği ecchi unsurları da yaoi, yuri, lolicon, ensest vs. gibi yalnızca türün (ecchi) gediklileri tarafından sevilecek fanservice karelerle donatmış olan ikinci sezon, Kodaka'nın etrafındaki kızların mütemadiyen verdikleri frikikler üzerinden beslenmeye çalışıyor.



    Fakat bu frikiklerin sahneden kopuk bir düzende aniden seyirciye "fırlatılmaları" serinin değerini düşürmekten öteye geçmiyor. İlk sezondaki derli toplu konusunu finalinde hoş bir sürprize bağlayan ve buradan hareketle makul bir karakter gelişimi yapan Haganai'nin ikinci sezonunda birbirinden bağımsız hikayeciklerle birlik yaratma çabası ise eğreti duruyor. Kodaka'nın kaçak güreşen tavrı işlenirken bir anda ekranı dolduran Sena'nın göğüsleri veya Rika'nın fantezileri veya Maria'nın lolicon çağrışımları veya vs. hem dikkat bozukluğuna yol açıyor hem de karakter gelişimlerinin değerini düşürüyor.

    Muhtemelen devamı gelecek serinin yine finalinde bıraktığı açık kapı ise bu kez merak uyandırmaktan çok uzak. Yozora'nın elbet geri döneceği o kadar bariz ki, gidiyor olmasının hiçbir önemi yok. Döndüğü zaman onu yine manasızca öne eğilmiş Sena'nın karşılayıp karşılamayacağı ise Haganai projesinin rotasını belirleyecek.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi