• Aku no Hana - 03




    Galiba Aku no Hana bittiğinde uzun süreli bir tatile çıkmak, saatlerce akvaryuma bakmak, güneşli bir günde kuşların cıvıltılarıyla piknik yapmak veya kişiyi ne mutlu ediyorsa onu gerçekleştirmek gerekecek zira bu seri hem kötücül hem depresif.

    Her bölümde kademe kademe arttırılan bir gerilim bulunuyor. Aslında buna gerilim demek doğru değil, yayılan bir iltihap demek durumu daha iyi yansıtabilir. Kasuga'nın karanlık bir kuyuya doğru ağır ağır düşüşüne tanıklık ediyoruz. Kuyunun sonundaki manzara hakkında fikir vermek için de Nakamura kullanılıyor.

    Bölüme damga vuran malum sekansı madalyonun iki tarafından da okumak mümkün. Nakamura'nın önce zorla soyduğu, sonra da Saeki'nin kıyafetlerini giydirdiği Kasuga resmen tecavüze uğradı. Sapık olduğunu reddeden Kasuga'nın üzerine yalnızca beden forması değil, sapıklık elbisesi de zorla giydirilmiş oldu.

    Öte yandan, Nakamura içinse durum biraz farklı. İnsanlardan tiksinen, içindeki kasvetin dünyaya sirayet etmesini isteyen kız nihayet kendi "partnerini" buldu ve onunla sevişti. Akabinde geçen bir hafta boyunca  çıkmaya başlayan ikiliden Nakamura sürekli Kasuga'ya yanaştı ama Kasuga kendisini hala toplumun bir ferdi gibi gördüğü için aradaki mesafenin kısalmasına izin vermedi... ta ki Nakamura haksızlığa uğrayana dek.

    Philip K. Dick'in The Three Stigmata of Palmer Eldritch kitabını elinde tutarken Nakamura'ya yapılan haksızlığa karşı koyan Kasuga'nın kendini kötülüğe teslim etmesi için her türlü koşul hazırlanıyor. Çevresi onu dışlamaya, ailesi onu sorgulamaya başladılar bile. Kimliği gibi yanında taşıdığı Elem Çiçekleri kitabını muntazaman sayıklayan gencin antolojinin üçüncü bölümü olan İsyan'a ne zaman başlayacağını gerçekten merak ediyorum, tabii önce çiçeğin açışını kabullenmesi gerekecek. Sanırım Nakamura'ya yapılan haksızlığın bir bedeli olacak.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi