• Aku no Hana - 01


    ...çünkü insanlar bu animeden nefret etmeli.

    Dün nete düşen bölümün ardından internet üzerinde ufak çaplı bir fenomene dönüştü Aku no Hana. Japonca bilenlerin raw haliyle izlemeleri öğle saatlerinden itibaren Twitter'da beklenmedik derecede keskin bir kutuplaşma yaratmaya başladı. Nefret edenler, 3 dakika dayanıp kapattığını söyleyenler, hatta işi daha da ileriye götürüp bu animasyon değil diyenler çoğunluktaydı. Çok ufak bir kesimse seriyi küçük harflerle ilgi çekici bulduklarını ve devamını görmek istediklerini söylediler. Ben de onlardan biriyim.

    Çizimlerden bahsederek başlamak en doğrusu. Aslında bunlara çizim demek de zor, bildiğiniz rotoskop yapılmış. Rotoskop tekniğini A Scanner Darkly ve Waking Life gibi filmlerden hatırlayabiliriz fakat o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Daha önce de rotoskop uygulanmış bir anime izledik, hem de çok manidar bir seriydi: Kuuchu Buranko (Her iki seride de Senarist ve Yapımcı Ishikawa Manabu çalışıyor).

    Bu animasyon tekniğiyle ilgili atıp tutmadan önce bunun bilinçli bir seçim olduğunu ve insanların çirkin bulmalarını amaçlayarak tasarlandığını zaten yönetmen Nagahama Hiroshi kendi söylüyor (Röportajın ing. çevirisi buradan okunabilir). Yani evet, Aku no Hana'nın size çirkin gözükmesi gerek; sizden beklenen gördüklerinizi beğenmemeniz.

    Açık açık meydan okuyan bir seri var kısacası. Artık 10 animeden 11'inin birbirine benzediği bir devirde bu meydan okumaya kayıtsız kalmak imkansız. Uzak plandaki karakterlerin yüzlerinin çizilmemiş olması, yaklaştıkça belirginleşmeleri; gençlerin hiçbirinin güzelleştirilmemiş olmaları, güzelmiş gibi lanse edilen kızın bile kusurlu animasyonu pek çok açıdan "beni sevemezsin ki!" diyen bir Aku no Hana'yı işaret ediyor. Fark ettiyseniz daha konuya girmedim ama bu nefret edilesi görselliğin nasıl bir atmosfer yaratmaya çalıştığını herhalde anlamışsınızdır.

    Başkarakter Kasuga'yı enine boyuna tanıtan bir açılış bölümüyle başlıyoruz. Kasuga'nın annesi ya ölmüş ya da evi terk etmiş; kısacası ortalarda yok. Babası ve ablasıyla yaşıyor, ablası evin kadını konumunda. Babasının kütüphanesinden besleniyor ve bir bakıma babasını örnek alıyor. Kesinlikle herhangi bir konuda en uçlarda olan bir karakter değil, ne ezik ne süper kahraman. Arkadaşları var ama onlarla zoraki bir ilişki içerisinde zira Kasuga sıklıkla okuduğu kitapların tasvir ettikleri başka dünyalarda geziyor (melankoli). Sınıfın her anlamda en başarılı kızından (mükemmeliyet) hoşlanıyor ama adım atma konusunda son derece ürkek. Odasında bir put gibi duran ve hayatına hükmeden Charles Baudelaire'in Elem Çiçekleri kitabını okuyor. Eh, daha ilk bölümden Kagura'yı az çok tanıdığımız, serinin de Elem Çiçekleri'ni adım adım takip ettiği söylenebilir.

    Öte yandan, yukarıda bahsettiğim uzak plan ve yüzsüzlük (kabul, kötü espri) mevzusu serinin gözlemci tavrının ve izleyiciyi atmosferin içine çekme uğraşısının da bir göstergesi. Aynı insan gözü gibi düşünülmesi istenen kamera, karakterleri ancak kendine doğru yaklaştıkça ayırt edilebilir bir şekle sokuyor. Uzaktan hepsi aynı, hepsi bir silüetten ibaret. Çirkin dedim ama rotoskopun sanatsal yönünü hiç hafife almamak lazım demek ki.

    Haftalık yazacağım için daha da fazla uzatmayayım çünkü insanlar bu animeden nefret etmeli.

    4 Görüş:

    1. Bu kadar aşırı deneysel bir metotsa (ki 20 yıldan beri izlediğim sayısız yapım bana bunu inandırmamak için adeta ndireniyor) neden TV'de yayınlanı bilmek istiyorum. Eğer TV'de yayınlanması bu kadar gerekliyse neden seçilen çizim yöntemiyle ilgili aydınlatıcı bir fragman göremedik? (İlk bölümden insanları troll'leyebilmiş olmak için miydi herşey?)

      Manga'yı okumuş, gerçekten çok sevmiş bir insandım, hatta bazı sahnelerde gözlerimden biriken gözyaşlarına da dudaklarımda oluşan kötü niyetli bir gülümsemeye de farklı yerlerde hakim olamadığım, benim için gayet dokunaklı ve önemli bir eserdi. Tıpkı Welcome to the NHK'nın Manga kurgusu gibi. Ama Welcome to the NHK'nin kasvetli olurken bağlayıcılık ve çarpıcı bağlantılar, hikayenin orijinalinde olmayan alternatif kurgu ürünü ve seriye bir şeyler katan sahneler vardı. Karamsar bir yapımdı, depresif ve gerçekçiydi, herkesin sevmesi için değildi doğal olarak ama bir şekilde sevdiriyordu kendini. (Animasyon hataları ve yer yer çizim kalitesinde düşmeler de Welcome to the NHK'de olan şeylerdi ama illa karşılaştırma yapacaksak Aku no Hana Anime'den ziyade olmamış bir fragmandan fazlası değil) Blame! Manga'sı da ölümüne karamsar ve kasvetliydi, o zamanın mevcut hiçbir metodu ile Anime'ye akıcı şekilde aktarılmayacak bir ambians ve hareket kareografisi barındırıyordu. Dahası yapımın amacı hiçbir şekilde okuyucusunu eğlendirmek değildi ve adaptasyon adına Blame! için yapılan tek materyal kısa metrajlı birkaç bölümden oluşan ve neredeyse hiç bir bağlayıcı diyalog içermeyen bir tür web episode serisiydi. Aku no Hana bir Blame! değil daha ziyade görsel tasvirlerden çok diyaloglara odaklanmak gerekiyor. Eğer o önemli diyalogların tamamının bu kabul etmek istemediğim animasyon şekli ile anlatmaya çalışacaksa, yönetmen Manga'ya okuyucu çekmek için daha baştan kendi gemisini batırıyor demektir. (Ki Manga'yı okumuş insanların Anime'ye dönüp bakacaklarını bile sanmıyorum) Görsellik önemli değilse bize reva görülen şey de nesi? Audio Drama çıkartsalar yine gözlerimi kapatıp dinlemek isteyebilirdim. Eğer ruhsuz OP - ED'den, senin benim bile daha samimi gerçekleştirebileceğimiz bir seslendirmeye, ambiansı yaratma konusunda -bence- bölümün tamamında sadece kendini baltalamaya çalışmasından insanları geçtim, arabaların hareketinin bile iğrenç animasyondan payını almasına değin herşey insanların Manga'yı okuması için yapılmış bilinçli bir troll girişimi ise bunu kabul edebilirim ama belleğim, dimağım, anlayışım ve görmek isteyip de görememin yarattığı öfkem böyle bir Anime'nin varlığını bile görmeyi ve kabul etmeyi reddediyor. Can sıkıcı ve purist bir fanboy gibi gözüktüysem ayrıca özür diliyorum.

      not: Yukarıda rotoskop animasyon denmiş. Bu tarzdan çok fazla yapım izlemedim sanırım izlediklerimden sadece A Scanner Darkly o tarz ama açıkçası bu öfke ile Aku no Hana ile artık yan yana bile yazmam o yapımı.

      YanıtlaSil
    2. Fragman konusunda gizemli takılmaları belki de Kasuga'nın bölüm içinde dediği sürpriz faktörünün bir yansımasıdır. Trollediklerini düşünmüyorum, sonuçta yönetmenin amacı zaten o nefreti yaratabilmek. Gerçi bu nefrete mangayı okumuş ve sevmiş insanların büyük çoğunluğuyla başlaması çok riskli bir tercih.

      Görsellik çok önemli bana kalırsa. Çirkinliğe, kusura, noksana bakmamız isteniyor. Irreversible'deki tecavüz sahnesinde, arkada belirip kaçan figüran olup olmayacağımız sınanıyor.

      YanıtlaSil
    3. Haftalık olarak ele alacağına çok sevindim! Çok iyi yazmışsın. Random curiosity seni de aralarına almalı :D Ben sevdim bu seriyi. Sürekli moe çizimlerden usanmıştım, ilaç gibi geldi. Sonundaki şarkımsı şeye de bayıldım. Gothic ninniler gibiydi.

      YanıtlaSil
    4. İlk bölümü yeni izledim ve direkt buraya yazıyorum. Bence bu serinin ilk bölümünü izler izlemez bir daha da izlemem, böyle anime olmaz diyen kişi animeyi klişe moe karakterleri ve rüzgarla açılan etekleri için izliyordur. Bu animede görülen, bana kalırsa bir yenilik. Yenilik her zaman tazelik getirir. Rotoskop belki bildiğimiz animeden biraz uzak kalıyor ama sonuç olarak gayet realistik bir hava katıyor. Karakterlerin yüz ifadelerinden tut, yürüyüş şekilleri, el hareketleri, mimikleri her şeyiyle son derece gerçekçi. Sonra konusu da gayet ilginç, mangasını biraz okumuşluğum vardır zamanında. Ben sonuna kadar izlerim bu seriyi.

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi