• Mawaru Penguin Drum - 23




    Acayip zor bir seri oldu Penguen benim için. Bir hafta yazmak için başına oturduğumda kelimeleri adeta kustuğum, diğer bir hafta ise bana anlattığı çok şey olsa da benim aktaracaklarımın kuruduğu bir seri. Bu hafta da cümlenin ikinci yarısına benziyor: Gerçekten diyecek hiçbir şeyim yok...

    Dedikten hemen sonra konuşmaya devam edenlerden hoşlanmam ama sahiden de Penguen'in "cevap" niyetine ödediği diyetin, zaten haftalardır dile getirdiğim unsurlardan ibaret olmaları benim canımı çok sıktı: Sanetoshi ile Momoka (iyi ile kötü / şeytan ile melek vs.) arasında yaşananlar sonucunda Momoka'nın Prenses'e dönüştüğünü az buçuk anlamıştık zaten. Tek bilmediğimiz gerçekten buçuğunun Prenses'e dönüştüğüydü (o kırılma anında iki penguen şapkası ve iki tavşan beliriyor).

    E, Sanetoshi'nin Kanba'yı fişeklediğini de biliyorduk, Kanba'nın Himari uğruna dünyayı yakmaya hazır olduğunu da. Bilmem, sanki bu bölümün tek faydası şu "kutu" mevzusuydu. Ha, o da geçen haftanın son saniyesinde çıkmış ufacık bir sahneden ibaretti, metafora bağlayıp şıpın işi hallettiler.

    Ikuhara Kunihiko kendini öylesine bir "kutu"ya soktu ki finalde ya tüm sorulara cevap verip çok acele bir anlatım tercih edecek ya da soruları her zamanki gibi fazla umursamayıp en büyük soruna, yani Penguindrum'a odaklanacak. Her halükarda bir mucizeye ihtiyacı var sanki, bu serinin OVA ile, film ile, olası bir ikinci sezonla toparlanması mümkün değil.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi