• Usagi Drop - 10



    Ufaktan ayrılık rüzgarları esmeye ve bu sımsıcak maceranın sonuna yaklaşmaya başlamışken bir kez daha yine klas, zarif ve kibar bir bölümle karşı karşıyayız. Sezon başlamadan önce Usagi Drop'un sağlam bir anime olacağını biliyordum ama bu kadar güçlü bir performans göstereceğini hiç düşünmemiştim. Geçen haftalar boyunca Rin'in ekranın dışına kadar taşan sevimliliği ve Daikichi'nin sıradan bir kahramana dönüşmesi bizleri de bu karakterlere yaklaştırdı lakin benim için asıl önemli olan Usagi Drop'un, kalıplarını kırmayı başaran o nadide eserlerden biri oluşuydu.

    Kötü yönetilmedikleri takdirde dramaların haliyle böyle bir avantajları oluyor. Hayatın içinden motifleri kullanarak söylemek istediklerini iki boyutlu karakterlere indirgememeyi başarıyorlar. Usagi Drop da bu tip dramalardan biri. Daikichi de Rin de gündelik hayatta karşılaşabileceğimiz kadar normal karakterler. Serideki yan karakterler gibi bu ikisinin yaşantılarını daha önce dinlemiş, izlemiş, bilfiil tecrübe etmiş olabiliriz. Zaten esas güzel olan da bu: Gerçekçilik.

    Animenin en büyük potansiyeli bu gerçekçilikte yatıyor. Kanlı canlı insanların rol yaparak oynadıkları karakterler gerçekçi olmaz, inandırıcı olur. Ne kadar inandırıcı oldukları o filmin başarısını doğrudan etkiler. Animeler gerçekçidir demiyorum, hiçbir görsel sanata diyemeyeceğim gibi ama bir animede bu inandırıcılığı tolere etmek çok daha kolaydır. Usagi Drop işte bu toleransı layıkıyla başarıyor.

    Haftaya bittiği için inanın şu bölümle ilgili anlatmak istediğim hiçbir şey yok. Yalnızca Rin'in hasta halini bile şirinleştirdikleri için yapımcılara fena halde kızgınım... Şaka tabii, bu seride çay getirene bile saygım sonsuz.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi