• Usagi Drop - 8



    Usagi Drop benim için olağanüstü bir anime değil ama gerçekten kusursuz yönetilen bir yapım. Doğru zamanda doğru yerlere bizi götüren Daikichi ile Rin arasındaki kimya kesinlikle keyif verici. Bu seriyi izlerken dünyadaki tüm dertlerimi unuttuğumu hissediyorum. Her bölüm sonundaki şarkıyı dinleyip kısacık sekansı da tamamladıktan sonra suratımda hep aynı tebessümü buluyorum. Bölümler boyunca da en basit tabirle "neşeli" bir insan haline geliyorum. Evet, Usagi Drop bana en saf haliyle mutluluk veriyor.

    Rin'in daha 7 yaşına girdiği günde bu kadar olgunlukla karışık bir iyimserlik takınması beni kendine hayran ediyor. Daikichi ile birlikte "Dede"nin mezarına gidip kendi evine diktiği fidanın çiçeklerinden koyamadı diye hayıflanması bile Rin'in nasıl bir kafa yapısına sahip olduğunun göstergesi. Ayrıca eski evine gidip o çiçeklerin söküldüğünü görünce yaşadığı hayal kırıklığı ve dolayısıyla -ben- ağlamasını beklerken bardağın dolu tarafını görebilmesi de kızın nasıl yaşam dolu olduğunu bizlere anlatıyor. Tabii hepsinden önemlisi "Dede" ile Rin arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğuna da şahitlik ediyoruz.

    Daikichi ise Daikichi olmaya devam ediyor. Muhteşem bir karakter biçildiği için artık Daikichi'nin neye nasıl tepki vereceğini önceden kestirebiliyorum lakin yine de beni şaşırtmayı beceriyor. Mezarda gördüğü mürekkep şişesinden hareketle kafası hemen Rin'in iyiliği için çalışmaya başlıyor. Masako'yu bulduktan sonra da Rin'e en azından bakması için kadını ikna etmeyi başarıyor. Aynı şekilde eski eve gittiklerinde çiçeklerin neden söküldüğü, taşların neden döşendiğiyle ilgili Rin'in hemen moralini düzeltebiliyor. Bir yukata uğruna çocuklara yakışan bir heyecanla evden fırlayıp "arabalara dikkat etmeyebiliyor". Yani yeri geldiğinde muhteşem bir yetişkin, yeri geldiğindeyse kocaman bir çocuğa dönüşebiliyor. Eh Daikichi'yi özel kılan da bu anlar çünkü Daikichi, teoride kendisinin teyzesi olduğunu çözebilen 7 yaşındaki bir çocukla yaşıyor ve hala nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. Serinin sonuna kadar da bilmeyecek çünkü gerçek hayattaki gibi o da yaşayarak öğrenecek ve bu tahsili asla bitmeyecek.

    Rin'in annesi Masako aslında bölümün başrolü. Muhtemelen Rin'i doğurmadan ve Daikichi'nin dedesiyle tanışmadan önce kendi öz babasıyla ilgili bir travma yaşamış. Seri bu tahminimle ilgili herhangi bir detay vermedi şimdiye kadar ama bu bölümdeki yorumlarından anladığım kadarıyla kendinden yaşça hayli büyük erkekleri potansiyel eş olarak görmekte. Şu andaki sevgilisini yalnızca kariyer amaçları için kullandığına eminim, herhangi bir şekilde bu ilişkinin ciddi olduğuna kimse beni inandıramaz. Daikichi'nin dedesine bir zamanlar ilgi duymuş Masako, kendisine sorulduğunda Daikichi'nin de 50 yıl sonrasını bir ihtimal olarak kafasından geçirebiliyor.

    Fakat gönül işlerindeki tercihlerini bir kenara bırakırsak kendisini "bir kadın değil, bir mangaka" olarak tanımlayan ve tam bir işkoliğe dönüşmüş Masako'nun hedefi açıkçası beni biraz korkuttu. Geçmişinden kaçmak için kendini çalışmaya adamış bu kadının (ups!) öyle görünüyor ki Rin ile yolları önümüzdeki 3 haftada kesişmeyecek. Daikichi ile Kouki'nin annesini de yakın zamanda bir izdivaç beklemiyor. Yapımcıların bu tempodan kesinlikle feragat etmeyeceklerini de düşünürsek belki ender görülen bir mucize gerçekleşir ve bir noitaminA serisi ikinci sezonu koparır.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi