• Karigurashi no Arrietty



    Sektörün önde giden firmalarından biri haline gelen Studio Ghibli'nin bu başarısını çektikleri aile filmlerine bağlayabiliriz. Karigurashi no Arrietty de aile filmleri listesine ait bir yapım. Ghibli'den çıkan filmler genellikle iki türe indirgenebilir: Toplum yaşantısındaki sorunları ele alan fantastik filmler (Miyazaki’nin Princess Mononoke ve Nausicca'sı gibi) ya da hayatın içinden kesitler sunan fantastik/macera türünde filmler gibi. Arrietty ikinci tanımlamaya daha kolay yerleşiyor, tabii illa bir toplum eleştirisi gibi görülmek istenirse buna müsait parçaları da var ama naif ve biraz daha ılımlı bir tutum sergiliyor.

    Filmin seyirciyi en hızlı şekilde cezbeden özelliklerinden biri muhteşem özen gösterilmiş detayları. Hayatında hiç Ghibli filmi izlememiş birini hayretler içinde bırakabilecekken stüdyonun külliyatına hakim birini bile şaşırtmayı başaran ayrıntılar filmde her daim mevcut. Arrietty ve babasının film boyunca "büyük ev"e düzenledikleri ziyaretlerde kullandıkları eşyalar en basit tabirle "neşe verici". Hele filmin sonlarına doğru
    Arrietty'nin küpeleri, babasının da yapışkanlı bant kullanarak tırmandığı anlar benim en sevdiğim sahneler oldu. Bu yaratıcı fikirler stüdyonun hedef kitlesinde neden bu kadar başarılı olduğunun da bir kanıtı bana kalırsa. Studio Ghibli, izleyenlere bir masal anlatmanın yanı sıra gündelik hayattaki "sıradan" eşyalara çocukların gözünde başka anlamlar yüklettirmeyi de başarıyor.


    Bu anlamlar basite indirgemek de firmanın, anlatımını süslemede en başarılı olduğu nokta. Her gün karşınıza çıkabilecek eşyaları, yine basit bir müstakil evin içinde canlandırarak bu eşyaları "oyuncaklaştırıyor". Koca koca adamların böyle şeyler düşünebilmeleri bende her zaman hayranlık uyandırır ama senaryoyu Hayao Miyazaki'nin yazdığını görünce bu hayranlık yerini birden kabullenmeye ve kanıksamaya bıraktı. Sonuçta kibrit kutusundan bile uzay mekiği yaratabilecek bir adamdan bahsediyoruz.

    Filmin müzikleri konusunda çok iddialı konuşacağım. Bence bir Studio Ghibli filminde kullanılan en "doğru" parçalar bu filmde bulunuyor. Yeşilin hakim olduğu, tabiatın ruhuna işlediği bu filmdeki pastoral hava Cecile Corbel'in sesinde müthiş bir ahenk yakalamış. Harika seçilmiş şarkılarda neredeyse çimen kokusunu alabiliyorsunuz. Ben olsam Blackmore's Night'tan Candice Night'ı getirirdim fakat o zaman da kadını dinlemekten film çekemezdik... Zaten ben çekmedim, ilk filmini yöneten Yonebayashi Hiromasa çekti. (Blogdaki en kötü bağlama ödülünü de bu cümle aldı)


    Bir Ghibli filminin incelemesinde bence animasyondan bahsetmenin bir anlamı yok, Amerika'yı yeniden keşfetmeye çalışmak gibi abes bir çaba olur. Onun yerine filmin benim hoşuma gitmeyen tek özelliğinden konuşmakta fayda var. İlk yarım saati aştıktan sonra senaryonun nasıl bir yol izleyeceği aşağı yukarı kestirilebilir olmuş ve her geçen dakika da bu yoldaki sürati arttırmış. 2/3'ü bitmeden filmin sonu çok rahat şekilde okunabilir bir hale gelmiş. Keşke detaylardaki yaratıcılık senaryoya da yansıtılabilseymiş diye içimden geçirdiğim oldu. Filmi izlemeden bile mutlu sonla karşılaşacağımı elbette ki biliyordum ama nasıl bir mutlu son olacağını filmin ortasında anlamak istemezdim.

    Sonuçta senede bir tane ya çıkan ya çıkmayan Ghibli filmlerinden olan Karigurashi no Arrietty içi dolu turşucuk tadında sıcak bir aile filmi. Muhteşem çizimleri ve -bence- kariyer zirvesindeki müzikleriyle her yaştan izleyiciye harika bir seyirlik sunuyor. Filmin sonunun, bir devam filmine mahal verebilecek şekilde bitirilmesiyse belki yakın zamanda karşımıza müjdeli bir haber çıkartabilir ki çok da yerinde bir karar olur. Arrietty'nin yeni yuvasını ve Spiller ile nasıl anlaştıklarını görmek yine kaliteli vakit geçirtebilir.

    4 Görüş:

    1. Ghibli filmlerini anime ile alakası olmayan insanlar bile izleyebilir, annem bile mononoke hime ve spirited away'i merakla izlemişti.

      YanıtlaSil
    2. Haklısın, benim için de Pixar yapımlarından çok ufak farkları var.

      YanıtlaSil
    3. Bir devam filmi olacağını hiç ummuyorum.Miyazaki sonunu da izleyenlerin hayal gücüne bırakmış bence bir kaç yapımında da daha önce yaptığı gibi hoş çekse bayıla bayıla izlerim. :)
      Bu filmi bence diğerlerinden ayıran müzikleriydi.Daha önce bu kadar güzel olan Chibli film müziği dinlediğimi hatırlamıyorum.İçerik olarak dediğin gibi biraz daha doyurucu olsaydı çok daha güzel olurdu.

      Aslında uzun zamandır bloğunu takip ediyorum fakat yazmak kısmet olmamıştı.Belki bundan sonra, çok detaylı yorumların var.Bazen ben orayı farketmemiş bile diyorum.Uzatmadan çok güzel blog yazılarının devamını beklerim.

      YanıtlaSil
    4. O zaman bir kez daha hoşgeldin. Ben de yorumlarının devamını beklerim :)

      YanıtlaSil

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi