• Sora No Oto - 2





    First Battle - A Story of the Chair


    Tamamdır, belli oldu. Bu seriyi takip edeceğim. Bu kararımdaki en önemli etkense serinin yarattığı atmosfer. Bölüm aslında sıradan bir yapı kurma bölümüydü. Kanata dışındaki karakterleri de bir parça tanıma şansına eriştik. Rio'yu zaten ilk bölümden az çok anlamıştık: Disiplini seven lakin katı görünüşünün altında şefkatli bir abla. Sürekli uyuyan Noel hakkında pek bilgimiz yok şimdilik. Rütbece en yüksekte olan Heideman'ın aslında pek rütbeyi falan takmadığını da banyoyu temizlerkenki halinden çıkartabiliriz. Kureha ise bu beş kişilik grup içinde özgüveni en düşük kişi gibi göründü bana. Askeri statüyü sürekli korumak istemesi insan ilişkilerinde çok dışadönük olmayabileceğini düşündürttü.

    İkinci bölüm ilk bölümden daha sönüktü belki ama seriden ne bekleyebileceğimizi az çok anladım sayılır: Atmosfer. Bu kızlar mutlaka bir cephede o trompetleri öttürecekler. İşte o zaman müthiş animasyonun altında biz de ortamın keyfini çıkaracağız. Bina detayları, şehir kurgusu gibi etkenlere çok önem verilmesinin yanında iç mekan tasarımları ve yaratılan ambiyans izleyiciyi gerçekten içine almayı başarıyor.

    Bu seri nedense ilk duyduğumdan beri bana Haibane Renmei'yi anımsatıyor. Herhalde başrolde yaşları 15-25 arası kızların bulunması bunun ilk nedeni ama bir yandan da Haibane Renmei'deki gibi etrafı duvarlarla kaplı bir dünyada konunun geçiyor oluşu esas nedeni bu düşüncemin. Gerçi o kadar metaforik bir anlatıma yer verileceğini zannetmiyorum ama Renmei'nin bazı öğelerinden feyz alınması da hoşuma gidiyor. Galiba bu seri herhangi bir çatışma yaşanana dek karakterleri inşa edip konuyu örecek ve sonra hepsinin duygularını da cephede kullanmaya başlayacak. Hiç de fena olmaz hani...

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi