• Sakamichi no Apollon - 05



    Sentarou'nun aile bağlarının ardından sıra Kaoru'da. Watanabe her iki karakterini sürekli sivrilterek mümkün olan en çıplak halleriyle sunmaya gayret ediyor. Açıkçası mangayı okumadım ama hikayenin genel olarak örneklerini daha önce sıkça gördüğümüz bir dramaya benzediğini düşünüyorum. Görünüşte iki zıt kutbun aslında derinlerde bir yerde birbirlerine çok yakın hayatlar geçirerek buraya kadar gelmeleri anlatılıyor.

    Her ikisinin mazileri de olası travmalarla dolu. Sentarou'nun babası üzerinden atılan depresif çocukluk tohumu, Kaoru'nun durumunda ise anneye yüklenmiş. İki karakter, şu anda, küçük yaşta kaybettikleri (ölme anlamında değil) anne ve babalarının rollerini üstlenmiş durumdalar. Sentarou bir dolu küçük çocuğun ve ev işlerini yapan annesinin yanında ailenin babası gibi. Eve geldiğinde çocuklar onun bacağına sarılıyorlar, bir yere gitmek istediklerinde onun elini tutuyorlar. Sanki sabahtan işe gidip gece yorgun argın eve gelen bir baba gibi Sentarou.

    Kaoru ise topluma fazla karışmayan, babasını (kocasını) bekleyen bir çocuk (anne) rolünde. Daha doğrusu, halasının, hakkında ileri geri konuştuğu annesinin görevini devralmış gibi. O sevimsiz kuzeniyle sivri dilli halasının bulundukları, halasının ahbapları eve geldiklerinde piyano çalarak gösteri maymununa dönüştürüldüğü evde nefes almasını sağlayan tek şey babasının bir süreliğine de olsa geri gelmesi. Nahoş bir ev ortamında yaşamayı zorla kabullenmesinin, bu çileyi çekebilmesinin tek nedeni babası.

    Geçmişleri bu kadar benzeyen fakat mevcut karakterleriyle farklı rolleri betimleyen bu iki karakter artık serinin geçtiği güncel zaman dilimi içinde de aynı hisleri tatmaya başlıyor. Kaoru'nun kırılan kalbinin bir benzerini çok yakında Sentarou'da da göreceğiz (mangayı okumadan söylüyorum ama çok belli).

    Watanabe'nin bu kadar bilindik ve tahmin edilebilir (klişenin hoşgörülü tabirleri bunlar) bir hikayeyi mümkün olan en temiz şekilde aktarmasıysa sanırım yönetmenin ne kadar marifetli bir insan olduğunun göstergesi. Akıcı üslubu ve gereksiz her detayı yontarak anlatıyı sivriltmesi sayesinde seriyi tek bir hedefe odaklaması bu büyük ustanın Sakamichi no Apollon'a en büyük yardımı. Zira bu hikayenin pek bir ses getirmesi, en azından 10 yıl sonra bile akıllarda yer etmesi kendi başına çok zor, ne de olsa her alanda (edebiyat, sinema, müzik vs.) benzer örnekleri daha önce deneyimledik. Watanabe ise sürpriz içermeyen bu romantizmi müzikle yan yana yürüterek işin içine bir miktar da olsa çeşni katmayı başarıyor. Müzikleri ise bir tanrıçanın yaptığı düşünülürse sanırım "Hikayen daha önce anlatılmış olsa bile bu hikayeyi kimse senin ağzından dinlemedi" düsturunu benimseyerek bir bakıma bu basmakalıp romantizm öyküsüne meydan okuyor. Şimdiye kadar bariz bir üstünlük kurduğunu söyleyebilirim.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi