• Kuroko no Basuke - 05



    Spor hiçbir şekilde kazanmakla ilgili değildir. Tam tersine, spor kaybetmek için yapılır. Egonu, kilonu, stresini, mutsuzluğunu, yeteneksizliğini kaybetmek için spor yaparsın. Bir rakibe karşı mücadele ediyorsan onu yenmekten daha güzeli mağlup olmaktır. Şu an deli saçması gibi geliyor belki ama sporun en güzel yanı yenilmektir.

    Yenildiğin zaman seviyeni anlarsın. Yenildiğin zaman öz eleştiri yaparsın. Yenildiğin zaman kendini geliştirebileceğin bir hatanın farkına varırsın. Ancak kaybettiğinde sporu sevebilirsin çünkü tek bir maçta ya da bütün sezonda veya milisaniye farkıyla bile mağlup olsan yaptığın sporun sana sunduğu ve senin kıl payı kaçırdığın o "başarı" hissi daha da sivrilecektir. Spor kazanmak için değil, "kazanabilmek" için yapılır. Skor için spor yapılmaz.

    Spor asla bir iş kolu değildir. Ticarete dökülmüş unsurları her türlü sporun dört bir yanını dikenli tel misali sarmış olsalar da icra edildiği sırada hiçbir sporcu o ayki portföy yönetimini düşünmez. Sahada, ringde, kortta, pistte vs. nerede olursa olsun sporcunun aklındaki tek şey, kazanmak için o ana kadar öğrendiklerini ve elinden geleni ortaya koymaktır. Galip geldiğinde bu emeğinin yalnızca bir seferlik başarı sağlayacağını bilir zira rakibi veya rakipleri bu yenilgiden daha fazlasını öğreneceklerdir.

    KnB'nin bu haftaki bölümünden pek bahsedesim yok, bir kerelik pas geçelim. Yoksa sokaktaki o ufak maçtan sonra topu alıp sezonu açmak istediğimi, o sekansı izlerken "keşke sokak basketboluyla ilgili de bir anime yapılsa" diye içimden geçirdiğimi falan uzun uzun anlatabilirdim. Lakin ülkedeki hiçbir şekilde iplemediğim futbol ortamı benim bile midemi bulandıracak kadar vıcık bir hal aldığı için azıcık sporun ne olduğunu anlatayım istedim.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi