• Chihayafuru - 20



    Chihaya derin düşüncelere dalmış bir vaziyette hamle egzersizi yaparken Arata gelmedi mi aklınıza? İlk bölümlerdeki, karutaya delicesine bağlı Arata'nın bomboş yere çömelip koluyla "bir şeyler" yapması gelmedi mi? Açıkçası ben Arata'yı ilk gördüğümde Chihaya gibi şaşırmıştım ama onun gibi büyülenmemiştim. Utanarak söylüyorum, Arata'ya "n'apıyor ya bu?!" gözüyle bakmıştım. Demek ki karutayı Chihaya'nın sevdiği kadar sevmem için aradan birkaç ay geçmesi gerekiyormuş.

    Resmen masala benzedi bu bölüm ki zaten Chihayafuru'nun en büyük başarısı shoujo'yu da shounen'i de hiçbirini abartmadan bir arada tutabilmesi ve üstüne romantizmi, dramayı, komediyi ekleyebilmesi. Üstelik bu kadar çok farklı katmandan bir çorba değil, bir sentez yaratmayı başarması. Her bir karakterine eşit mesafede yaklaşması hatta her birine zaman zaman çok acımasız davranması. Misal, Arata'nın ilk bölümlerdeki hali, Chihaya'nın seri boyunca resmen tımarlanması ve ilkin gıcık kapılan ama artık fena halde acınan bir karaktere dönüşen Taichi'nin mağlubiyetleri.

    Serinin salya sümük ağlatacak kadar güçlü... daha doğrusu, bunu hedefleyen bir dramı yok. Aynı şekilde, kahkahalara boğacak kadar güçlü bir mizahı da yok. Peki nesi var? Karakterlerin ruh hallerini yansıtan çizimlerle animeleştirilmiş salt gerçeklikten bir hayatı var. Bu seri eğer bu kadar hayatın içinden olmasaydı Taichi o son teklifi kabul ederdi. Chihaya ya okulda kalırdı ya da turnuvaya gidip dönmezdi, Arata'nın maçından sonra not almak yerine çocuğun üstüne atlardı.

    Gerçek hayattan bu kadar beslenen bir animeye neden masal dedim, şimdi ben de bilmiyorum. Diğer animelerin bana kanıksattığı giriş-gelişme-son standardını Chihayafuru'nun da her bölümünde aradığım için olsa gerek. Oysa akışına kapılıp gitmek lazım. Diğerlerini bilmem ama Chihayafuru bu teslimiyeti hak ediyor.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi