• Steins;Gate - 20



    Gü-nay-dın Okarin! Aramıza hoşgeldin! Tamam, sen bir süreliğine etrafındaki insanların dileklerini gerçekleştirmek için çaldıkları kapı oldun. Yarattığın makineyi duyan, hemen koşup "bir tur versene" diyerek zayıf karnını eşeledi. Evet, zamanlar arası koştururken bunu düşünmek için vaktin ve fırsatın yoktu ama şimdi acı gerçek yüzüne çarptı. Her şeyi sen başlattın ve yine bitirme kararını da sen vereceksin. Üzgünüm Okarin ama yine seçim yapmak zorundasın.

    Bölümle birlikte aslında çoğunluğun tahmin ettiği bir gerçek daha aydınlanıyor. FB'nin kimliği ifşa edilirken etkisi altına aldığı küçük çeteyi neden yarattığına dair sebepler de sıralanıyor. Gerçi Steins Gate'in güzelliği bu sanırım: Bildiklerimizi bilmezden getirmek. Okarin, Makise ve Moeka'nın suratlarının taş kestiği o malum sahnede hiç şaşırmadım da inşaat alanında ağzım bir karış açıldı. Oysa bunun olacağını da biliyordum ama bir süreliğine seri bana bunu da unutturmayı başardı. Resmen illüzyon yaptı kısacası.

    Buradan sonra tek bir beklentim var: Zaman makinesinin nasıl yapıldığını anlatmaları. Önümüzdeki hafta büyük ihtimalle Okarin'in tereddütleriyle ve hem Makise'yi hem de Mayuri'yi kurtaran bir plan yapmaya çalışmasıyla geçecektir. Son 4 bölümün içinde bir yerlere dilerim şu zaman makinesinin en baştan nasıl yapıldığını sıkıştırırlar. Şimdiye kadar anlatmadılar diye hatırlıyorum tabii, eğer bir yerlerde geçtiyse herhalde ben o arada başka bir zamana atlamış olmalıyım.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi