• Aku no Hana - İnceleme



    Canlandırma sinemasının en büyük özelliği, cansız varlıklara hareket kazandırmak olarak görülebilir. Eşya sınıfında tanımlanan varlıklara kare kare uygulanan ve stop motion animasyonda tamamen ön plana çıkan bu kazandırma faaliyeti geleneksel animasyonda ise yerini el işi çizimlere bırakmaktadır. Haddizatında bir kalem izinden fazlası olmayan bu çizgiler içleri doldurulup renklendirildikleri anda insan gözünün gündelik hayattan aşina olduğu şekillere bürünmekte ve bu sayede bir bakıma vücut kazanıp canlanmaktalardır.

    Günümüz koşullarında ekseriyetle bilgisayar ortamında yaratılarak hata payı asgariye indirilen bu çizimlerin genelgeçer kalıplara sokularak değerlendirilmeleri, hem yapımcıların hem de izleyicilerin kafalarında yerleşik bir beğeni algısının öncelik teşkil ettiğine işaret etmektedir. Canlandırma olgusunun yalnızca görselliği temel aldığı şekilci bir yapının benimsenmesi göz zevkine yaslandırılmış bir tüketimin önünü açmıştır. Anime edilen varlıkların vücut kazanıyor oldukları gerçeği hiçe sayılıp bir kenara atılmış, izleyicinin görü seviyesi kıstas alınarak vücudun biçimselliğine belli bir standart biçilmiştir.

    Kuuchu Buranko ve Baton gibi animelerde karşımıza çıkan ve Japon animasyonlarında nadiren kullanılan rotoskop tekniği ise doğası gereği bu biçimselliğe ters düşmektedir. Kamera görüntülerinden elde edilen kayıtlardaki her bir saniyenin 24 (veya 25) parçaya bölünmesiyle ortaya çıkan karelerin anime edilmesine dayalı olan rotoskop tekniği, hâlihazırda canı olan varlıklara yeni baştan bir vücut vermek yerine özgün bir silüet yaratmaktadır.


    Charles Beaudelaire'in Kötülük Çiçekleri eserinden yolan çıkan Oshimi Shuuzou'nun aynı isimli mangasından animeye uyarlanan Aku no Hana, yaşadığı kasabada sıkışıp kalmış ergenlik çağındaki Kasuga isimli bir oğlanın etrafında şekillenir. Kendini akranlarından farklı gören Kasuga'nın sıkıntıları, buhranları, fantezileri Nakamura ve Saeki adındaki iki kız aracılığıyla biçim kazanır. Sürdürdüğünü düşündüğü mahkum hayatından bir kaçış yolu arayan Kasuga içinde kopan fırtınaları dindirmek için zamanla toplumun çizgilerini aşma cüretini kendinde bulur.

    Gerçeklik ile kurgu arasında bocalayan ve gerçeklik için ilk aşkı Saeki'ye, kurgu içinse Kötülük Çiçekleri'ne tutunan Kasuga devreye Nakamura'nın da girmesiyle birlikte iki kız arasında gidip gelmeye ve akıntının savurduğu yöne doğru sürüklenmeye başlar. Saeki için toplumun alelade bir ferdi olmakta sakınca görmez, Nakamura'nın tehdit ve baskıyla süslü isteklerini yerine getirmeye çalışırken ise sapkınlaşmakta zorluk çekmez. Yavaş yavaş kimliksizleşmeye ve yansıtmak dışında hiçbir vasfı bulunmayan bir aynaya dönüşmeye başlayan Kasuga içine çekildiği karanlık kuyunun derinliklerinde benliği için boğuşurken, melek ve şeytan göndermeleriyle ekrana gelen iki kızın arasında iyice silikleşip adeta bir silüete evrilir.

    Oyuncularını en başından rotoskop tekniği kullanarak birer karaltıdan, silüetten ibaret kılan Aku no Hana hikayesiyle de karakterlerini silikleştirmeye devam ederken sırtını çok bilindik ama hiç tanınmadık bir kavram olan doğruya dayar. Toplumun gözünde bir sapkın olan Kasuga başkalarının verdikleri kararlarla biçim almış doğruları kabullenip kabullenmeme arasında savrulup dururken yok olmanın eşiğine gelir. Sinir krizleri sırasında haykırdığı isyan çığlıkları aynanın yüzeyinde çatlakların oluşmasına ve yansıttığı insanlarla birlikte Kasuga'nın da biçiminin bozulmasına yol açar. Aku no Hana son yaprağını döktüğünde ne Kasuga ne de Saeki ile Nakamura gördüklerinden hoşnuttur.

    Durağan temposunu birbirini takip eden bölümlerin sağladığı makul bir sürükleyicilikle kotaran seri, hikayesiyle takdim ettiği arızalı karakterlerine bir de rotoskop uygulayarak oldukça kusurlu gelen bir izlek sunar ve seyirciye meydan okur. Karakterlerinin vücutlarıyla ana akım animasyon standartlarına başkaldıran Aku no Hana doğru olanın bir şeyi kusurlarıyla kabullenmekte değil, yalnızca kabullenmekte yattığını her bölümündeki irite edici üslubuyla tekrar tekrar seyircinin kafasına kakar; bazen sert, bazen uysal bir dil kullanarak.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi