• Steins;Gate - 4



    Bir çorba kaşığının kaç şeker tanesi alabileceğini saymak, sokaktan geçen arabaların plakalarından kelimeler türetmek veya gazın ne zaman biteceğini ölçmek için çakmağı yakıp başında beklemek... Bunların hiçbiri şu bölümden daha sıkıcı olamaz benim için.

    Daru hack üstüne hack çaktığı CERN maillerinde gezinirken Okarin'le birlikte eski usul bir kodlama diliyle karşılaşırlar ve bu dili çözecek tek makinenin IBN 5100 olduğunu öğrenirler. Zaten seride bu bilgisayarın lafı sürekli dolanıyordu, şimdi bir amaca hizmet etme şansı yakaladı neyse ki. Bölümün çoğunluğunda, film karakteri olduğunu zannedip buna uygun konuşmaya çalışan Okarin ile zaman makinesine inanırsa babasının yaptığı hataya düşeceğini sanan Makise'nin atışmaları yer alır. Kızın babası şu çok meşhur John Titor olabilir gibime geldi. Bölümde uzaklara dalıp gitmem için çekilmiş o kadar çok sahne vardı ki ne düşündüğümü ben de hatırlamıyorum.

    Sesçisinden nefret ettiğim Mayuri'nin alık hareketleri de eklenince kızı izlemek benim için tam bir işkence. Her şeyin üstüne bölüm finalini de "arka bahçemizdeki kilise"ye bağladılar ya artık iyice hafif bir seriye dönüştü Steins;Gate. Keşke bendeki mikrodalga da zamanı bükebilse de bu seriyi seçmeden önceki halime geri dönebilsem.

    0 Görüş:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

     

    Neden?

    Küçükken gazetelerin verdiği "noktaları birleştir" oyununu çözerdik, hatırlar mısınız? Noktaları birleştirdiğimizde bir hayvanın veya nesnenin şekli ortaya çıkardı. Edebiyatta bu noktalar darmadağındır. Okur bu noktaları istediği gibi birleştirir, yeni şekiller meydana getirip istediğini elde edebilir. Buna "özgür algı" diyorum. Sinemada ise bu noktalar zaten yönetmen tarafından birleştirilip içi de boyanmış bir şekilde önünüze sunulur. Siz perdede bir insan gördüğünüzde bu insanın gerçekten var olduğunu ve oyunculuk yaptığını bilirsiniz. Dolayısıyla beyniniz anlatılan konuyu bu insanın üzerinden yorumlamaya güdülenir ve anlatılanlar hangi türde (korku/fantastik/drama/komedi vb.) olursa olsun sizin aklınız senaryo aşamasında yazılan metni (edebiyat) yönetmenin anlatımında idrak etmeye yönelir. Buna da "tarifeli algı" diyorum.

    Animasyonda ise bu noktalar birleştirilmiş olmalarına rağmen içleri bomboştur. Meydana getirilmiş şeklin neyi sembolize edeceğine karar vermek sizin seçiminizdedir. Bir insanı izlerken onun yaşayan bir varlık, oyunculuk yapan bir aktör olmadığının bilincindesinizdir. Gördüklerinizin hiçbirinin gerçek olmadığını bilir, hepsinin bir çizerin elinden ekrana yansıdığının farkında olarak izlemeye devam edersiniz. Bu anlatım tekniği de anlatılan konuyla yakınlaşmanızı kolaylaştırır. Edebiyat kadar özgür olmasa da izleyiciyi sinemadan çok daha serbest bırakmakta ve hikayeyi ön plana çıkarmayı başarmaktadır. Buna henüz bir isim bulamadım, zaten bu yüzden izliyorum.

    Followers

    Sugoi